Musevi Hiristiyan Müslüman

Anasayfa Din MAFYALARI Kronoloji Sitemap

ANASAYFA

Din MAFYALARI (Kitap)

ÖNSÖZ

KRONOLOJİ

  BÜTÜN   DÜNYADAKİ KAVMLARA

İkinci Bir İspat

ORGANİZASYON ve  ALLAH

Belki Dinlerler

MAHKEME TUTANAKLARI

Organizasyona bir Mektup

AH ŞU ONLAR     YOKMU!

ALLAH BİZİ Mİ KULLANIYOR?

MUSEVİ    HIRISTİYAN MÜSLÜMAN

İnanan ve İnanmayanlarla Sohbet

NEDEN İKİYÜZLÜLÜK !

BİZ NEREYE GİDELİM?

Çok Önemli Bir Gün

 Sadakat

Suçunu İtiraf Edecek!

Gerçeklerden nefret ediyoruz

SİTEMAP

Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık

Tarih boyu bu üç dinde birbirlerine hep düşmandırlar. Gerçi birbirlerine düşman olmayan din yok ya! Hepsi, “biz doğruyuz sizler yanlışsınız” derler. “Biz Allah’ın kullarıyız, siz Şeytanın; biz iyi ve doğru olanız, sizler yanlış ve kötü olansınız”. Bu işin en ilginç yanı da, kendi dininden olmayanların hepsi, hatta o insanların iyi işleri olsa bile, kurtuluş onlara haramdır. Onlar bulundukları yerde kalmakta diretirlerse, ne olursa olsun kurtulamayacaktırlar. Allah onları yok edecektir, cehennemde yakacaktır, zebaniler onları katran kazanlarından çıkarmayacaktır vs. vs..  Böyle düşünürler; çocuklarına olsun, okulda olsun, iş yerlerinde olsun böyle öğretirler. Bu konuda içleri hepsinin rahattır. Bu yüzden de hiç bir sıkıntı duymazlar. Doğduklarından beri birbirlerine karşı düşmanlığın yanlış olduğuna dair sıkıntı duyulacak küçücük bir bilgi hiç almamışlardır ki! Bunlardan bir tarafın başına bir kötülük geldi mi, öbür taraf hemen sevinir: “İşte Allah belasını verdi, oh iyi oldu” derler. Birbirlerini yok etmek için de ellerinden geleni yaparlar. Birde bununla Allah’a hizmet ettiklerini sanırlar! Çocukluktan beri öyle bir vicdan eğitimi aldı ya; onun için bu yok etme, ıstırap verme, işkence yapma işini hem de rahat bir vicdanla yerine getirirler. Bu konuda hepsinin yöntemi kendilerine göre ayrıdır.

Bu yazılanları okuyunca “yalan” mı diyorsunuz? Tarihe bakın. Biraz eşeleyin. Pisliklerini ne kadar çok kapamaya çalışmışlarsa da, kokusu yine de duyulmaktadır. Burnu koku almayanlara sözümüz yok! Onlar hakikatten, gerçeklerden hoşlanmazlar. Gerçek olduğu, doğru olduğu için korkarlar! Bir sürü de bahaneleri vardır. Fakat konumuz onlar hakkında değil.

Bu anlattıklarım ayrı dinlerden olanlar içindi. Peki, aynı dine sahip olup da, aynı kitaba inandıklarını söyleyenler ne yaparlar? Yine tarihe, hem de hiç uzağa gitmeden, dinimizin içinde yan yana yaşadığımız, aynı kiliselerde, camilerde, sinagoglarda aynı cemaatleri paylaşan insanlara bakalım. “Birbirlerine ne kadar dostlar, aralarındaki samimi sevgiyi görmemek elde değil, birbirleri için canlarını bile feda edebilirler” diyebilir miyiz? Birinci ve ikinci dünya savaşları, aynı kiliseyi paylaşan, aynı dini kitaba sahip ve de aynı ruhani grubun insanlarından bereket duaları alarak cephede birbirlerini öldürmeye gittiler demedik mi? Yahudilerin ise birbirlerine olan nefretlerini, birbirleriyle olan savaşlarını kendi kutsal kitaplarından okuyoruz. Bütün Tevrat okunduğunda, bu konuda az tecrübe yaşanmamıştır. Ya Müslümanlar? Yıllarca, sadece birbirlerine olan kin ve nefretten dolayı, birbirleriyle yaptıkları acımasız savaşlar ve katliamlara ne denmeli? Hıristiyanların da onlara karşı, onların da Hıristiyanlara karşı düşmanlıklarını işin içine katarsak, sonsuz bu nefretleri, kinleri acaba kim körüklüyor? Bunun Allah olamadığı kesin. Hâlbuki onlar ise bu işleri hep Allah’ın ismiyle, O’nun adına yapıyorlar!

Başlarken, Yahudi-Hıristiyan-Müslüman ve bunların birbirlerine olan düşmanlıklarından bahsettik. Bu arada şunu belirtelim, sahte pozları lütfen dostluk diye görmeyelim. Bu poz yapma âdeti politikacıların mesleğidir; fakat dinlerin politikacılardan çok daha tehlikeli oluş nedeni; politikacı kendisi ve partisi adına poz yaparken, bu pozu dinciler Allah adına yapar. Poz yapmak, içten gelen samimi duyguların ifadesidir denilmeyeceğine göre! Fakat dindarlar bu pozu, aynı politikacı gibi çıkarı, dini adına yapıyor ise de, bütün bu çirkinlikleri yaparken de Allah’ın adını kullanmaları korkunçtur. Bu yüzdende Allah İncil de Romalılar kitabının 2. Bap 24 ayetinde:

“...sizin yüzünüzden Milletler arasında Allah’ın ismine küfrediliyor” diye geçen sözleri bütün bu gruplara, dindarlara karşı yazdırttı.

Konumuzun başlığı olan bu üç dinin enteresan yanı ise; üçünün elindeki kutsal diye kabul ettikleri kitapların hepsi aynı Allah’tan bahseder. Buna göre, bir Hıristiyan’ın kutsal kitabında Yahudilerin sahip oldukları kutsal kitap da vardır ve Allah sözü diye kabul de edilmesi gerekir. Müslüman’ın elindeki kutsal kitapta ise, hem Yahudilerin hem de Hıristiyanların kitaplarının Allah sözü olarak kabul edilmesi, hatta “zorunludur” diye yazar. Orada Allah, imanlı olan kişileri Muhammed’e şöyle tarif eder:

“Yine onlar, sana indirilene (Kuran’a) ve senden önce indirilene (Tevrat-Zebur-İncil’e), iman ederler...”  Bakara, 2.sure 4.ayette. Bu sadece onlarca ayetten biri.

Bu bahsettiğimiz iki kitapta, Yahudilerin kutsal kitaplarından sonra geldikleri için, Yahudiler bunların ikisini de inkâr ederler. Yani bir önceki bir sonradan geleni tanımaz, bir türlü de kabullenemez! Aynı şekilde Hıristiyanlar da Yahudiler gibi, Müslümanların kutsal kitabı ve Muhammed hakkında aynı şeyi söylerler. Bunun yanında bir sonraki kutsal kitaba sahip olan ise: O benim kitabımı niye tanımıyor, vay kâfir diye de birbirlerini yerler dururlar. O: “Senin kitabın yanlış”, öbürü: “Yok, sen imansızsın” diye çekişsinler artık. Bu yolda ne kadar kan dökmüşlerdir! Bu savaşlar binlerce sene sürmüştür ve hâlâda en etkili bir şekilde sürmektedir.

Bu mücadelelerin bir çıkış yolu olmadığını görenler ise: “Orası senin burası benim, senin dinin sana benim dinim bana” diye bir özgürlük verme politikasına bürünmüşler. Aslında özgürlük verdi gibi gözüküp, öbür taraftan da her biri nasıl gözünü oysam diye birbirlerine karşı fırsat kollarlar. Fırsat bulamasa da fırsat yaratırlar! Hiçbir şey yapamasa bile içinden soğukluk duyar, ya da nefret eder. Hâlbuki Allah bütün insanların birbirlerini sevmelerini emretmiştir. (Matta 5:38-48)  Bununla onların hatalarını, yanlışlıklarını, günahlarını sevmemiz kastedilmiyor; fakat insan olarak onları kendimiz gibi sevmek zorundayız. Bu emri hangisi uyguluyor ve yerine getirmeye çalışıyor?

Yine konumuzu kıyaslamalarla sürdürelim. Peki, bu ayrı ayrı zamanlarda gelmiş olan kitaplara sahip olanlar böyle de, aynı kitaba sahip olanlar nasıl? Onlar daha bir enteresan! Aynı kitabı kutsal sayanlar ise, içlerinde birbirleriyle anlaşamadıklarından dolayı binlerce mezheplere, dinlere bölünmüşler. “Senin anladığın değil, benim anladığım doğru” diyerek. Hıristiyanlıkta, Müslümanlıkta ve de Musevilikte de durum aynı. Müslümanlar Müslümanları yemişler, Hıristiyanlar Hıristiyanları, Yahudiler Yahudileri. Birbirlerini binlerce yıl o kadar yemelerine rağmen hâlâ doymamış, hırslarını alamamışlar. Birde bunlar aynı kiliseyi, aynı camiyi, aynı sinagogu kullananlar. Sonra birbirlerinden ayrılıp başka tapınaklar, camiler, kiliseler, sinagoglar, cemaatler, toplantı salonları kurmuşlar. Peki, bu ayrılanlar, ayrı cemaat, ayrı camii, ayrı kilise, ayrı tapınak kuranlar ne olmuş? Buna siz neden cevap vermiyorsunuz? Yüreğinizden gelerek...! Eğer onlara ait biriyseniz, kendi kendinize “bizim gibisi yok” mu dediniz? Bakın işte yanıldınız. Bir banka reklamı vardır ve kendilerini hep çok farklı görenlere güzel bir misaldir. O reklamda aynen şöyle der: “Yok aslında birbirimizden farkımız, ama biz bilmem şu bankasıyız” der ve kendini tanıtır. Bence bu reklam, bütün bu dinlere ait olup, fakat kendini farklı görenlere çok uygun bir cevap.

Ayrıntılara girmiyoruz. İnsanlık, tarihteki olaylar, kitaplar, romanlar, gazeteler, seninki, benimki, onlarınki diye bu ayrıntılara zaten girmiş. Kılı kırk yarmışlar ve hâlâ bir sonuç elde edemedikleri meydanda. Bu yazıları okuyan biri de samimi şekilde şöyle söyleyebilir: “Tamam, bu durumlar böyle, herkes bir yol tutturmuş gidiyor, fakat sonunda o banka reklamında olduğu gibi, bütün yollar aynı yerde birleşmiyor mu? Hem bu konular sanki zenci saçı gibi karışık, içinden çıkılamayacak konular değil midir?”

Aslında hiç bilgisi olmayan biri için dışarıdan durum böyle görünüyor. Bizi yaratan Allah’ımız ise bu işi zannedildiği gibi içinden hiçbir zaman çıkılamayacak bir şekle dönüştürmemiş. Aslında zannedildiğinden çok daha basit ve de kolay. Tevrat’ın Tesniye ya da Yasanın Tekrarı kitabının Bap 30:11 den 20 inci ayetine kadar olan yerlerde bu konuya Allah şöyle cevap veriyor:

Bugün sana emretmekte olduğum bu emir senin için güç değildir, ve senden uzakta değildir. O göklerde değildir ki, diyesin: “Kim bizim için göklere çıkacak ve bizim için onu alıp getirecek ve bize işittirecek ki, onu yapalım?” O denizden öte değildir ki, diyesin: “Kim bizim için denizin ötesine geçecek, ve bizim için onu alıp getirecek, ve bize işittirecek ki, onu yapalım? Fakat yapasın diye o söz (kelam) sana çok yakındır, ağzında ve yüreğindedir. (Ben sadece 11-14 ayetlerini yazdım, 15 den 20’ye kadar olan ayetleri lütfen sizler yerinden açıp okuyun.)

Yukarıda bahsedilen konuları her düşünen insan için yazdım. Bu içinden çıkılmaz gibi gözüken soruları her insan kendi kendine sormuştur ve de sorabilir. Herkesin cevap arama yöntemi belki biraz farklı olmuştur. Ben şahsen, önce kimseyle düşman ya da dost olmadan, bahsi geçen bu en meşhur üç dinin kitaplarını okumaya başladım. Sonunda korkunç şaşırdım. Ya elimdeki bu kitaplar yanlış yazılmıştı ki bunu çok kişi iddia eder, ya da bu dinler yanlıştı. O dinlerin, dindarlarının elindeki kitapları aldım okudum, aynıydı! Kitaplar yanlış yazılmamıştı. Bazıları değişik tercüme edilmişti, olabilir; değişik fakat aynı anlama gelen kelimeler kullanılmıştı, ama yine de aynıydı. Bir şeyden o kadar eminim ki, eğer bu kitaplar değiştirilmiş olsaydı, bunu her din kendi menfaati ve çıkarı doğrultusunda yapacaktı. Çok aşırıya gidemeden bu gibi basit değişiklikler yapıldı da.

Mesela zamanımızdaki Yehova Şahitleri denilen din, ilk yüzyıldaki Hıristiyanların sahip olduğu cemaatlerdeki sorumlu «ihtiyarlarlık» görevini önce kendileri de içlerinde uyguladı. Sonra o ihtiyarlardan bunlara tehlike gelecek korkusuyla, ihtiyarlık 40 yıl boyunca yasak edildi. Hatta kendilerinin tercüme ettikleri, Mukaddes Kitapta geçen ihtiyar kelimesini saptırmak amacıyla, bu kelimeyi “yaşlı adam” diye tercüme ettiler. Bu kadar sinsice yapılan bu tercümeyle, bir yerde o görevin asıl anlamı bozuluyordu. Onların bu kendi uygulama ve öğretileriyle çelişmesin diye yaptıkları değişikliklerden sadece bir örnek. Daha da var, var da bunları araştırıp bilmeyen de kalmadı. Bu gibi değişiklikler bizleri Allah’tan uzaklaştırmaz. Bu konularda kendi adına uzman olmak isteyen kişi, zamanla bu hataları da muhakkak görecektir. Ben bu kitaplar vasıtasıyla bunları gördüm. Eğer bu kitaplar ciddi bir değişime uğramış olsaydı; benim, ya bu dinlerden birine inanmam, ya da bu kitapları çöpe atmam gerekirdi. Benim bu kitabımı okuyup, onlardan biri olmam, ya da bu kitapları çöpe atmam mümkün olmuş mu diye yine sizler karar verin. Ben gerçeği bu kitapların yardımıyla buldum. O dinlerin sapıklığını bu kitapların yardımıyla gördüm. Değiştirilseydi bu mümkün olabilir miydi? O zaman bu kitaplar her değiştirenin öğretisine uygun ve onun tarafını tutan bir kitap şekline bürünmesi gerekirdi.

Gelelim aynı kitaba inananların ve içinde aynı şeyler yazdığı halde bu kitapla ne gibi çılgınlıklar yaptıklarına. Geçen konuda bahsettiğim aynı örnekte kalarak devam edeyim. Birinci ve ikinci dünya savaşları çoğunluğu Hıristiyan olan ülkeler arasında yapıldı dedik. Bunlar kiliselerinde aynı kitapla, aynı Allah’a dua ettiler. Niçin? “Biz cephede düşmanlarımızı öldürürken, bize yardım et Allah’ım” diye. Kimi öldüreceklerdi? Aynı dine, aynı Allah’a inananları. Peki, bu duayı edenlerin ellerindeki kutsal kitap ne diyordu? Ben aynen olduğu gibi yerinden yazacağım.

“Sen komşunu sevecek düşmanından nefret edeceksin denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim: Düşmanlarınızı da sevin, ve size eziyet edenler için dua edin ki, siz göklerde olan Babanızın oğulları olasınız; zira O güneşini kötülerin ve iyilerin üzerine doğdurur; ve salih olanla olmayanların üzerine yağmur yağdırır.” İncil in Matta Bap 5:43-45 ayetleri.

Bu sözleri İsa peygamber söyledi. İncil kitabı sadece bu gibi sözlerin ışığı altında yazılmıştır. Kendimize tekrar soralım: Savaşa gitmeden önce, bu ruhaniler kiliselerinde ellerindeki bu kitaplarla acaba hangi Allah’a dua ediyorlardı?

Müslümanların, Yahudilerin durumları da farklı değil. Hem durumu sadece savaşma açısından ele almayalım. Bu dinlere üye insanlar, her türlü işleriyle Allah’tan uzaklaşmış olduklarını yaşantılarında açıkça gösteriyorlar. İncil’de 2.Timoteos kitabının bölüm 3:1-5 de son günlerle, yani zamanımızla ilgili ayetlerinde şöyle yazar:

“Şunu bil ki, son günlerde çetin anlar olacaktır. İnsanlar kendilerini seven, para düşkünü, övüngen, kibirli, küfürbaz, anne baba sözü dinlemez, nankör, kutsallıktan ve sevgiden yoksun, uzlaşmaz, iftiracı, özünü denetleyemeyen, azgın, iyilik düşmanı olacaklar. Hain, aceleci, kendini beğenmiş, Tanrı’dan çok eğlenceyi seven, Tanrı yolundaymış gibi görünüp bu yolun gücünü inkâr edenler olacaklar. Böylelerinden uzak dur.”

Bu yazılan peygamberlikler yalnız Müslümanlar için mi geçerli olacaktı? Ya da Hıristiyan, yoksa Museviler için mi? Hayır, bütün insanlıktan bahsediliyor. Mademki ellerinde hem bu kitaplar var, hem  “ona inanıyoruz deyip, oradaki yazılana uygun davranmıyorlarsa, bu insanlara ne denir? Bunun adı ikiyüzlülük değil mi? Düpedüz ellerindeki yazılara karşı davranmakla, Allah ile aralarındaki anlaşmanın sözlerine karşı geldikleri ortada değil mi? O kitaplar ister doğru ister yanlış olsun, onlar değil mi ki, “biz buna inanıyoruz” diyen ve oradaki sözleri yerine getirmeyenler? En azından bu yüzden suçlular ve hesap verecekler. Böyle ikiyüzlülük, sahtekârlık yapanlara Allah ne gözle bakar? Bahsettiğimiz o Allah, işlerine göre olan karşılığı herkese muhakkak verecektir. (Vahiy:22:11-12)

Bütün bu anlattıklarımla ne demek istedim? Aslında kıyaslamalarda gördüğümüz gibi, aynı dine sahip olmak, aynı kitaba inanmak, aynı Allah’ı yüceltmek de bir çözüm getirmemiş. Peki ya ayrı ayrı dinlerden olanlar? Bunlar da birbirlerinden nefret etmek için, o insanlara bu sadece bir bahane olmuş, o kadar. İnsanlar çıkarlarını, egoistliklerini, menfaatlerini ve bütün çirkin özelliklerini açıkça söylememiş, ancak bunları bahane etmişler. Çünkü en çok kendilerini sevmiş, nefret etmek için ise bahaneyi çok kolay bulmuşlar. Din farklılığı, dil farklılığı, derisinin rengi, milliyeti, partisi, takımı, sahip olduğu şeyler vs. nefret etme nedeni için insanlığa yetmiş de artmış bile.

Çünkü çok kısa bir zaman daha, yeryüzündeki bütün dinlerin yasaklanacağını, Allah son gelmeden önce bir işaret olarak peygamberleri vasıtasıyla önceden söyledi. (Vahiy Bap 17 ve bap 18 ;  Daniel: 8:9-12  ve  11:30-31... 36-38)  Sanıyor musunuz ki o zaman insanlar birbirlerini daha çok sevecekler ve problemleri çözülecek? Hayır. Son günlerde insanların nasıl olacağını yukarda İncilin Timoteos kitabından okuduk. Yine biraz önce saydığımız nedenlerin içinde nefret etmek için sadece din meselesi yoktu. Böyle bir insanlık mutlu olur mu? Barış içinde yaşayabilir mi? Böyle bir dünya insanlığına Allah ne yapar? En önemlisi, kendi kendimize sormamız gereken bir soru da şu olmalı: «Ben ne yapmalıyım?» Yukarıda yazdığım ayetle bunun çok basit olduğundan bahsettim.

Önce şu din ve etiket hastalığını üzerimizden atalım. Bu kadar önemli bir konuyu da dini önderlerimize bırakmayalım! Allah’ın İsa vasıtasıyla dediği gibi:

“Niçin kendiliğinizden doğruyu ayırt etmiyorsunuz?”

Evet, sahiden de neden bunu yapmıyoruz?

İncil-Luka 12:57’deki bu söze uygun davranışlar gösterelim. Allah’ın ruhuyla İsa Mesih bu soruyla insanlığın kendi kendine karar vermesini, ruhen kendi ayakları üzerinde durma kabiliyetine sahip olmasını ve bütün bunlarla vicdanen iyi ile kötü arasındaki farkı ayırt etmek için bilgiye sahip olmasını vurguluyor. Şahsiyet sahibi her insana sorulan bir sorudur bu. Şahsiyetsiz, korkak, kendini düşünen, akılsız, karaktersiz insanlar için bu sorunun anlamı da yoktur.

Nasrettin Hoca fıkrasında dahi, bizleri hem güldüren hem de düşündüren şu konuyu unutmayalım: «Keramet ne sarıkta, ne cüppede, ya da kendi kendilerini kutsal yapanlardadır».Yukarıda Tevrat’tan lütfen okuyun dediğim ayetlere değinecek olursam, orada özel isminin Yehova (ya da Yahve) olduğunu söyleyen Allah’ın, Musa vasıtasıyla «Tesniye» ya da yeni tercümesi ile «Yasanın Tekrarı» kitabının 30:11-14 de kısaca:

“...Tanrı sözü size çok yakındır; o söze uymanız, ağzınızda ve yüreğinizdedir” dediğini ve ne demek istediğini derin düşünelim. (Tevrat-Çıkış 3:15 de yeni Türkçe tercümede bu ismin Yahve olabileceği şüphesi uyandırılarak, Allah’ın özel bir isminin olduğunu kabul etmekle birlikte, bu isim bütünüyle tercümelerden ne yazık ki kaldırılmış! Herhalde onlar da Yehova Şahitlerine kızıp böyle bir akılsızlık yapmış olacaklar!)

Allah’ın sözünün ağzımızda ve yüreğimizde olması için, O’nu iradesine, yani amacına uygun dua ve yalvarışlarla araştıralım. Şimdiki zamanda Tanrı bilgisine inanıyorum ki her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Çünkü bu bilgiler bizim kurtuluşumuza, yalnız bizim değil, belki de bizlerin sözleri ve Allah’a uygun yaşam tarzımızla birçoklarının kurtulmasına da neden olabilir.

Peygamberlere bakın. Musa’nın dini neydi? İsa’nın dini neydi? Peki ya Muhammed’in? Onlar yaşadıkları zamanda hiçbir dine ait değildiler. Tam tersine, zamanın dindarları onlardan hep nefret ettiler, kovaladılar, öldürdüler, hayatı onlara acı ettiler. Bizler de kimlerin izleri ardınca gitmemiz gerektiğini kendi kendimize soralım. O peygamberlere onlar öyle davrandıysalar, bizler eğer onların izleri ardınca gidersek, bizlere de farklı davranmayacaklardır. Fakat kararlı ve gayretli olursak, başımıza ne gelirse gelsin, sonunda ebedi hayata ve ebedi mutluluğa kavuşacağız. Aynen yine Vahiy kitabında yazdığı gibi:

...ve Allah kendisi onlarla olacaktır. Gözlerinden bütün gözyaşlarını silecek; ve artık ölüm olmayacak, ve artık matem, ağlayış ve acı da olmayacak; çünkü evvelki şeyler geçtiler. 21:3-4

İşte, yalan söyleyemeyen Allah’ın insanlara vaadi bu.(Titus1:2)  Kim verebilir böyle bir vaadi? Hangi insan, yönetici, ya da din kuruluşu?

Bu üç dinin de kutsal kitapları, «Allah’tan başka kimse veremez» diye yazıyor. Sizler de o kitaplarda yazdığı gibi inanın. Artık Allah’a yaklaşmak için kendinizi insanlara, örgütlere, organizasyonlara, dinlere köle etme zincirlerinden kurtarın, o kelepçeleri kırın diye sizleri teşvik etmek istedim. Çünkü Allah’a giden yol bunların hiçbirinden geçmez. Bu yol, ağzınızda ve yüreğinizde olan şeyler kadar size yakındır.

Baş Sayfa