ANASAYFA

Din MAFYALARI (Kitap)

ÖNSÖZ

KRONOLOJİ

  BÜTÜN   DÜNYADAKİ KAVMLARA

İkinci Bir İspat

ORGANİZASYON ve  ALLAH

Belki Dinlerler

MAHKEME TUTANAKLARI

Organizasyona bir Mektup

AH ŞU ONLAR     YOKMU!

ALLAH BİZİ Mİ KULLANIYOR?

MUSEVİ    HIRISTİYAN MÜSLÜMAN

İnanan ve İnanmayanlarla Sohbet

NEDEN İKİYÜZLÜLÜK !

BİZ NEREYE GİDELİM?

Çok Önemli Bir Gün

 Sadakat

Suçunu İtiraf Edecek!

Gerçeklerden nefret ediyoruz

SİTEMAP

Belki Dinlerler

Anasayfa Din MAFYALARI Kronoloji Sitemap

Bir Yehova Şahidinin organizasyonuna yazdığı mektup.

Sevgili Biraderler ve Hemşireler;                                                           10.Ekim.2003

Bu mektupla sizlere yüreğimizde olan ve bizi uzun zamandan beri rahatsız eden bazı önemli şeyleri duyurmak amacındayız. Susmak korkaklıktır, “sevgide ise korku yoktur” der resul Yuhanna.(1.Yuh.4:18) Bizlerin amacı ise sevgiden kaynaklanan bir zorlama. Daha doğrusu bu mektubu sizlere yazmaya, Allah’tan ve Mesih’inden öğrendiğimiz sevgi bizleri zorluyor.

Sizlerden öğrendiğimiz gibi eskiden, içinde bulunduğumuz dini araştırmak ve sorular sorarak hatalarını görmeye çalışmak doğru bir davranıştı. Bizler de aynen öyle yaptık. Bunu sizlere itaatten dolayı değil, doğru olduğu ve Allah’ın iradesi olduğu için yaptık.

Sizler bizlere her türlü yalan söylemenin yanlış olduğunu;  rüşvet almayı ve vermeyi, öldürmeyi, yardım etmeyi esirgemek, ikiyüzlülük vesaire gibi şeyleri yapmamayı öğrettiniz. Bu yüzden bunlardan uzak kalmakla hayatımızda değişiklikler yaptık. Bunu sizlere itaat etmek için değil, doğru bulduğumuz için yaptık. İman da ettik ki, Yaratıcımız da bu şeyleri böyle istemektedir.

Daima açık ve dürüst olmayı da öğrendik; o kadar açık ve adil ki, hiçbir şeyi saklamadan, utanmadan, gizleme gereği duymadan. Çünkü insanlar utandıkları, sıkıldıkları ve de kötü şeyleri gizli yaparlar. Bunları da tutmaya çalıştık. Yine bunları sadece siz söylediniz, ya da size itaatten ötürü diye değil; çünkü bu şeylerin doğru olduğunu gördüğümüzden dolayı ve Yehova Allah’ın iradesi olduğundan dolayı öyle yapmaya çalıştık.

Yukarda yazdığımız noktalar sadece yüzlerce örneklerden bazılarıydı. Biz mektubumuzu mümkün olduğu kadar kısa tutmak amacındayız. Bunlar bizler için güzel sözler, öğütler ve teşviklerdi. Sizlerle tanışmamız yaklaşık 18 sene önce oldu. Tanışmamızdan üç sene sonrada ailede yalnız ben vaftiz oldum. Maalesef bu zaman zarfında yukarıda belirttiğimiz noktaların uygulamasını, vaaz edildiği gibi pek görmediğimizden; mektubumuzun devamından da anlayacağınız gibi, daha yüzlerce noktadan en popüler olanlarını eşim, ben ve ihtiyar olarak görev yapıp, “Allah geleceği her zaman görür, ara sıra değil” dedi diye aranızdan attığınız bir birader ile kaleme almaya çalıştık.

1988 Yılında Almanya’da yapılan bölge kongresini hâlâ çok iyi hatırlıyorum. Aynı anda birçok dillere tercümeyle katlı bir otoparkta yapılan bu kongrede, bütün Şahitler topluluğu olarak ayağa kalkmış ve bütün genel dinlerdeki yapılan ve inanılan yanlışlıklardan tek tek bahsederek, bunlardan nasıl iğrendiğimizi sevinç ve imanla bağırarak haykırmıştık. Bunlar: yanlış öğretiler, Allah’ın isminden kaçınmak, üçlüğe inanış, ahlaksız yaşantılar vs. idi. Bunları doğru bulmadığımız için iğrendiğimizi vurguladık. Bu gibi şeyler de nakâmillik ile geçiştirilecek tür şeyler değildi.

Tam bu amaçla da sizlere bu mektubu yazıyoruz. Bu, bizlerin sizlerden daha iyi olduğu anlamına gelmez, ya da daha iyi bildiğimiz anlamına da gelmemeli, hele hele sizlerden daha büyük olduğumuz anlamına hiç gelmemeli. Sizlerin sözleriyle diyecek olursak, biz bu mektubu “yukarıdan” değil, “en aşağılardan” birileri olarak yazıyoruz.

Bizler için önemli olan şey Allah’ın insanlıktan neler beklediği idi. Yoksa kimin hangi etikete ya da güce sahip olduğu değil. Ve bizler yine İsa Mesih’ten hepimizin kardeş olduğunu da öğrendik. Yine üzülerek söylemek zorundayız ki uygulamada bunları da görmedik. Açıkçası aslında ne demek istiyoruz?  Mektubumuzun devamı bunlarla ne demek istediğimizi açıklayacağına inanıyorum.

Sizlerin içine girdikten sonra soru sormaya yanlış ve de kötü gözle bakıldığını fark ettik. Bu sorular bilgisizlikten ötürü kaynaklanan basit sorular değildi. Böyle soruları büyük bir memnuniyetle karşıladığınızı söylememe gerek yok sanırım. Bizim kastettiğimiz sorular, ciddi bir araştırmadan sonra, ispatlı ve delillere dayanan, Organizasyonun öğretileri hakkında derin düşünmemizi gerektiren sorulardı. Böyle soruları soranlara genelde, cevaptan ziyade kişinin saikı (yürek tutumu), amacı sorulmakla cevap veriliyor. Bununla da, cevabı bir türlü tatmin edici olmayan tutum ve davranışlar ile karşılaşıyoruz.

Örneğin: Sonun ne zaman geleceği hakkındaki anlayışlar. (1874-1914-1918-1925-....1975) Hiçbiri gerçekleşmediği halde. Bu tarihlerde yapılan hatalar hiçbir zaman itiraf edilmediği gibi, tam tersine; bu tarihler ve aktüelliğini bir türlü kaybetmeyen 1914 senesi hâlâ savunulmaktadır. Bunlar bizler için şimdi bir önem taşımasa da, fark ettiğimiz korkunç olan şey, bu tarihlere inanmayanları aranızdan atıp, Allah’tan artık uzak ve kurtulamaz ilan etmeniz. Bunu da Allah’tan aldığınız yetkiyle yaptığınızı söylüyorsunuz. Tanrıdan gelen kanal olmanız inancı ise, durumu daha da bir ürkütücü yapıyor! Bunlar sadece rakamlar, tarihler fakat birçoklarının bunlara olan inancı ve o yönde hayatlarında yaptıkları değişiklikler, sonradan o kişilerin çok zor durumlarla hayatlarını sürdürmelerine neden olmuştur. Kimileri son geliyor diye emeklilik sigortalarını peşin ödetmişler, kimileri mal servetlerini satmış, kimileri ise çok iyi işlerinden çıkmakla sonradan işsizlikle karşı karşıya kalmışlar. Bu o kadar ileri gitmiş ki, sandallara binip dünyanın yok edilişini seyretmek için birkaç günü denizlerde geçirmişler !

Başka bir konu ise, Malevi’deki kardeşlerin durumu bunlardan çok daha acı ve korkunç. Onlar sizlerden aldıkları emre uygun yaşamak için, sadece evlerini, tarlalarını kaybetmekle kalmadılar. Kadınlarının ırzına geçildi, canlı canlı yakıldılar. Tarlaları evleri yağma edildi ve binlercesi kaçmak, her şeylerini arkada bırakmak zorunda kaldılar. Neden? Çünkü onlara «parti kartı» taşımaları dini Organizasyonları tarafından yasak edilmişti. Yani sizler bunu yasak etmiştiniz. Hâlbuki ülkede sadece tek bir parti olup, bu kartı da devletin herkese alması gerekli gördüğü ve çok az bir parayla elde edilen, herkesinde doğal olarak yerine getirmesi gereken bir durumdu. Kimlik kâğıdı yerini de tutan bir kart da diyebiliriz. Fakat ülkedeki ihtilalden sonra başa gelen tek partili yönetime saçma bir nedenle baş kaldıran bu Şahitler, o toplumun durup dururken nefretine hedef olduğu için bunlar onların başlarına geldi.

İşin en öfke verici yanı ise, aynı zamanda Meksika’daki Şahitler rüşvetle kendilerini askerlik eğitimi görmüştür diye bir kart almalarına sizler tarafından rahatlıkla müsaade edilmesi! Bunları Meksika’daki kardeşler yalan, rüşvet ve sahtekârlıkla yaparken, içleri rahat etmiyor ki, bunu sizlerin oradaki sorumlu kişilerin yönetim kuruluna yazıyorlar: “Biz şimdiye kadar böyle yaptık bundan sonra ne yapalım diye”. Cevap: “Bir daha bu konularda bize yazı yazmayın, şimdiye kadar bildiğiniz gibi yapın”  deniyor. Bir taraftan Meksika’da rüşvet, yalan, sahtekârlık ve de kanunsuz olan bir şey yapmaya o insanlar müsaade görürken, öbür taraftan Malevi’de kanuni ve hiçbir yalan ve sahtekârlık gerektirmeksizin, kendi karakterlerinden bir şey satmaksızın, kanuni olan Parti kartını, kimlik kartı gibi kullanılmak amacıyla almak yasaklanıyor! Hâlbuki bu kart onları ne oy kullanmaya zorluyor ne de taraf tutmaya. Zaten dediğimiz gibi tek partili bir yönetim. Bunun böyle olmasını kim istiyor? Allah’ın kanalı! Sizlerden bütün bu insanların kan suçunu kim taşıyacak?

Hitler Almanyasındaki durum da pek farklı değil. Diktatör bir deliye yazdığınız mektubu hâlâ övünerek kongrelerinizde okuyorsunuz. Bizzat Hitler’e yazılan mektup! Amerika’daki Yehova’nın Şahitlerinden Hitler’e. Bu mektuplarla da Hitler’e kafa tutuluyor. Hani Türkçe de bir laf vardır: “Uyuyan yılanın kuyruğuna basmak diye”  işte aynen böyle bir durum. Ondan sonraki Almanya’da yaşayan Şahitlerin durumunu tahmin etmek pek güç olmasa gerek. Öyle tahrik edici bir mektubu Hitler gibi birine yazarlarken, Amerika’dakilerin sırtı rahattı tabii. Bu mektubun örneği ilk defa kongrede okunurken; daha sonucunu dinlemeden içimden: “Yandı Şahitler orada” demiştim. Gerçektende yandılar. Burada ise Şahitlerin tutumu takdir ediliyor ki Hitler politikasına karşı yapılabilecek örnek davranışlardı onlar. Fakat anlayamadığımız, sizlerin tahriki. Bize göre şaşırtıcı ve de çok hikmetsizce bir davranış. Birçoklarının kanına mal olan bir davranış. O mektupla neyi düzeltiniz ? Hâlâ nesiyle övünüyorsunuz? O zaman ve daha sonra ne gibi bir fayda görüldü? Kafa tutan biri olarak korkusuz olmakla mı övünüyorsunuz? O mektubu Amerika’dan değil de Almanya’da yaşayan biri yazsa bile, yine de cesur değil ama akılsızlık etmiş diye görürdük. Fakat sizler için ise sadece akılsızlık değil, aynı zamanda birçoklarının kanının dökülmesine ve de o insanların ıstıraplarına adeta yardım etmişsiniz gibi görmekten başka bir şey düşünemiyoruz.

Mektubumuzun başında, “sizlere sorulamaz” diye böyle soruları kastettik. Peki, biz bunları nereden biliyoruz? Çünkü böyle hakikatler sizlerin içinde ancak bir avuç adamın arasında sessizce yok olur gider. Fakat bunu sizlerden biri açıklıyor. Hem de çok yükseklerde oturan birinden. Hayatının 43 senesini sizlere hizmet etmiş ve son 9 yılını yönetim kurulunda geçirmiş, 62 yıllık bir Şahit. Sizlere benzemeyen, değerli biri, Raymond Franz. Kitapları (daha Türkçesi yok) birçok dillerde yayınlanmış. Biri vicdan sorunu, öbürü ise Hıristiyan özgürlüğünü arayış.

Yukarıdaki noktada yazdığımız bazı yalan, sahtekârlık, rüşvet konuları ile sıradan sayılan Şahitler arasındaki olağan yalanlardan bahsetmiyoruz. Konumuz, bir Şahidin bilerek ya da bilmeyerek Organizasyona ters düşen bir konudaki sözlerini sonradan korkarak kanun önünde nasıl inkâr ettiği. Ya da Organizasyonu korumak amacıyla hakikat ile ilgisi olmayan şeyler söylemek. Hem de rahat bir vicdanla. Gerekirse de mahkemede. Bunu yapmakla o kişiler Organizasyonları için kendilerini kurban etmiş gibi görüyorlar. Böyle öğretiliyor ve aralarında da bu hava esiyor. Kendilerini savunurken de resul Petrus’un söylediği gibi, O bile zor bir durumda İsa’yı inkâr etmişti demekle kendilerini rahatlatıyorlar. Hâlbuki Petrus bunu planlı bir şekilde yapmamıştı, sizler gibi sistemli bir şekilde de böyle yalanlara başvurmuyordu. Kapı kapı vaaz edilirken fark ettiğim bir şey daha ise, Müslümanların kapısı çalındığında, onlarla bir sohbete başlandığında Müslüman olan kişinin Şahide: “Sen Kuranı okudun mu?” sorusu üzerine Şahidin de “evet” demesi. Hâlbuki Kurandan sadece bir iki ayet okuduğu satırlarla ev sahibini ancak aldatmaktan başka bir şeye yaramayan bir ifade ve dil kullanımı. Sözüm ona bu vaaz şekliyle yalan söyleyerek Allah’a hizmet ediliyor !

Bir yerde yayınlarınızda, şimdiye kadar hiçbir Şahidin eline silah alarak kimseyi öldürmediğiyle övünürken, öbür taraftan sizlerin emriyle ölüme gönderilen binlerce kişi. Yukarda bahsettiğimiz Malevi’deki olay. Hitler’e ise adeta tehdit edici bir mektupla sözde Şahitler kurtarılmaya çalışılıyor! Bunun yüzünden bütün Avrupa çapındaki on binlerce Şahide yapılan işkenceler, Nazi kamplarındaki eziyetler vs. Hepimizin bildiği konular bunlar. Fakat hiçbir zaman böyle bir akılsızlığı üstünüze almamış olmanız bizleri şaşırtıyor. İlgimizi çeken bir konu da bunca yıldır, yayınlarınızda hiçbir konuda kimseden özür dilememiş olmanızdır. Demek ki “nakâmiliz” demenize rağmen uygulamada kâmil olduğunuz kanısı ortaya çıkıyor.

Biz sizlerin peygamber olmadığınızı bildiğimiz halde, sizleri sanki bir peygamber değeri vererek karşıladık. Allah’ın kanalı olmadığınız halde, sanki Allah’tan söylüyormuşsunuz gibi dinledik. Ben inanıyorum ki benim gibi birçokları aynı düşünce ve inançla sizlere yaklaştı. Hâlâ sizlere ama Allah’a değil, hizmet de ediyorlar. Fakat yine de İsa'nın sözleri bizim gibiler için ümit verici. Orada:

“Bir peygamberi peygamber olduğu için kabul eden, peygambere yaraşan bir ödül alacaktır. Doğru bir adamı, doğru olduğu için kabul eden, doğru adama yaraşan ödül alacaktır” der. İncil-Matta 10:41

Bizler bu düşüncelere sahip olarak sizlerle olan ilişkimizi sürdürdük. Eğer sizler buna layık işler çıkarmıyorsanız, bu sizlerin yükü olacak, size inananların değil. Fakat sizleri de Allah’a yaklaşmakta sanki bir “inanç bastonu” gibi kullanmakta direnenlerin ise; çünkü bunu onlar sadece rahatlarını düşündükleri, ya da korktukları için yapıyorlar, Allah o bastonlarını en kısa zamanda ellerinden alacaktır. O zaman nasıl yürüyecek bu halk? Siz demiyor musunuz,  “son gelmeden önce bütün dinler yasaklanacak” diye? Sağını solunu seçemeyen ve sadece kendinize bağımlı kıldığınız bu halk o zaman ne yapacak ?

Hastalığı sebebiyle kesin olarak öleceğini bilen bir birader, Allah’a inanan ve yürekten iman etmiş bir kişi. Bir Yehova Şahidi. Bu kişi sadece ölmeden önce, “çocuklarımı son bir kez daha göreyim de sonra öleyim” diyerek, bir kaç gün daha fazla yaşaması için kan almayı kabul etti diye, hemen daha hastanede onu aranızdaki ilişkinizden kestiğinizi ilan etme süratiniz! Bu sizdeki nasıl bir süratse! O kişi o gün zaten ölüyor. Ölümünden önce O'nu Allah’a artık layık değil ve cehennem oğlu damgasını vurmaktaki bu aceleciliğiniz nedendi? Kan aldı diye mi? Hâlbuki kan almayı büyük bir günah gibi öğretirken, hepiniz dolaylı yoldan kanla ilgili olan her şeyi alıyorsunuz. Nasıl mı? Raymond Franz’ın Christliche Freiheit kitabının (CD) 2.bölümünün 143 ile 158 sayfalarında etraflıca anlatılıyor. Fakat bu konuyu ilerde yine ele alacağız.

Diyelim ki o birader kan aldı diye suç işledi. Değil ya, çünkü eğer o direk kan aldı ise, siz dolaylı yollardan zaten alıyorsunuz. (Misyonerlerinizin olduğu aşının, ya da bağışıklıkla ilgili aşıların birinin en az 15 litre kandan elde edildiğini söylememe gerek yok sanırım, bunlar genel bilgiler). Yine biz varsayalım ki o birader günah işledi. Zaten o gece ölecek birine, ilişkimiz kesildi, Allah’ın merhametinden yoksunsun; başka bir deyişle, artık hiç kurtulamayacaksın mı demek lazımdı? Bu mu İsa’yı takip etmek demek? “Ben kurban değil merhamet isterim” diye İsa sizin gibilerine az mı söyledi? Fahişelik yaparken yakalanan kadına nasıl hükmetmişti İsa? “İçinizden kim günahsız ise ilk taşı o atsın” dediğinde bütün Yahudilerin bir bir ayrılarak, o kadını yalnız bıraktıklarını ve de İsa’nın da ona hükmetmediğini okumadınız mı? Sizler mi İsa’nın takipçisi olduğunuzu iddia ediyorsunuz? Bravo, doğrusu. Bu konuda yalnız değilsiniz,  yeryüzünde benzer örnekleriniz o kadar çok ki.

Allah’ın kanalıyız ve bu kanal vasıtasıyla öğretiyoruz diye iddia ediyorsunuz. Bu kanaldan öğreti alan ihtiyarlarınız soruyorlar, sizlerin yönetim kurulu olan yere, New York-Brooklyn’e:

Müşareketten (ilişkiden) kesilmiş bir hemşire, ama toplantılara hâlâ katılıyor. Cemaatteki dik merdiveni, bebek arabasıyla çıkarken yalnız başına arkasını dönüp, arabayı basamaklara tek tek çekerek çıkarıyor. Kimse yardım etmiyor, günaha girmekten korkuyorlar! Fakat yine de dağladığınız vicdanları onları rahatsız etmiş olacak ki sizlere soruyorlar: “Merdivenleri çıkmasına yardımcı olmak için bebek arabasını tutalım mı?” diye. İhtiyarlar bunlar, zavallılar! Ben ise “İsa ne yapardı diye sormadılar mı içlerinden vicdanlarına” diyorum. Yok, ama onlar ise Brooklyn’e “ne yapmamız lazım?” diye soruyorlar. Niçin onlara zavallı dediğimi anlamışsınızdır.

Yeremya vasıtasıyla siz ve sizin gibiler için Rab ne diyor?:

Kötülük etmekte hikmetlidirler. Fakat iyilik etmekte ise bilgileri yok. Yeremya 4:22

Bir kongrenizde konuşmacı nazır eline kahverengi bir Mukaddes Kitap alıp: “Eğer organizasyon ‘bu kitap siyah’ derse, bu kitap siyahtır” diyen alkış yağmuruna tutuluyorsa, bu halka ne diyelim!  Hep Hitler suçluydu, fakat onu alkışlayan Alman halkı neydi? Ben bunları duydukça utanç duyuyorum. O alkışlayanlar ise, onların olacağını İsa zaten söyledi. Bu öğretiler ancak sizlerin asıl yüzünü yansıtmak demek değildir de nedir? Bunları belki bir yolla sizleri tahrik ederiz de utanmanızı sağlarız diye yazıyoruz. Belki de bir yolla aranızdan bazılarının hakikati görmelerine yardımcı olmasını amaçlıyoruz. İster dinleyin ister dinlemeyin, fakat Allah’ın günü geldiğinde, “bilmiyorduk” diyememeniz için yazıyoruz. Hem sizler bizleri uyarmadınız mı? Aynı yolla biz sizleri niye uyarmayalım? Kaldı ki biz bunu bir borç olarak görüyoruz. Hem bu Allah’ın da emri değil mi? Emrederken de kaçıncı katta olduğumuzu sormaksızın! “Bu mektup en alttan mı geliyor, yoksa en üsten mi?” diye sizler gibi Allah muhakkak bir ayırım yapmayacak. (Hezekiel 3:18)

Sizlerden hatanızı kabul etmenizi beklemesek de yine de uyaracağız. Kule ve uyanın dergisi yayınlarınızda artık birazda kendi yanlış ve hatalarınızı kaleme alın. Bir koca yüzyıl hep kendi ağzınız kendinizi övdü. Kilise bile 3-4 yüzyıl sonra bazı komiklikler ile onlar da özür dilediler!(Galileo davası) Yoksa özür dilemek için sizler de mi o kadar zamana ihtiyaç duyuyorsunuz? O zaman sizlere verilecek mi? Sizler onların yanlış ve günahlarına nasıl hükmettiyseniz, sizlere de öyle hükmedilmeyecek mi sanıyorsunuz? Onlar sizlere göre helak oğulları, ya sizler bu işlerinizle ne oğullarısınız?

Yine aranızdaki Organizasyonun baskısı ve üyelerinde şekillendirdikleri vicdan nedeniyle bunalıma düşüp intihar edenlerin sayısı hiç de az değil. Uyanın dergilerinde ya da Gözcü Kulesi yayınlarında hiçbir zaman rastlayamayacağımız bu tecrübeleri sizin “irtidat edenler” dediklerinizden, gazetelerden okuyoruz, duyuyoruz. Bizlerin yaklaşık 20 yıllık sizlerle olan ilişkisinde ve çok daha önceki geçmişinizin tümünde,  bütün yayınlarınızda daima kendi kendini öven bir organizasyon olduğunuz ise gerçekten de başka bir konu. Hâlbuki bu övünme Mukaddes Kitap ruhuna ne kadar ters düşen bir davranıştır. Süleyman’ın Mesellerinde 27:2 de ise:

“Kendi ağzın değil, seni başkası övsün; Kendi dudakların değil, yabancı övsün” der.

Gerektiğinde Musa’nın kanunlarından alıntılarla, Organizasyonun menfaatine ya da öğretisine uydurmak amacıyla ayetlerle Allah’ın sözünü kendi işlerinizi tasdik amacıyla kullanırsınız. Fakat orada: “Suçsuz bir kişinin kanını bütün İsrail’den ararım” dediğini de bilirsiniz. Benzer ayet Tesniye 21:7,8.de geçer. Malevi’de, Hitler Almanya’sında, Meksika’da, bütün bunların yanında aranızdan attığınız; sizlere yıllarca sadakatle hizmet etmiş suçsuz kişiler. Atma nedenleriniz ise, ya biri irtidat etmiş işvereniyle yemek yedi diye (o işverenin irtidat etme nedeni ise, kitap tetkiki sırasında kendisine kule yayınında “neden bu böyle yazıyor” sorusuna , “ya bir yanlışlık yapmışlar ya da bir aptallık” demesi yüzünden), ya da bir başkası arkadaşıyla konuşurken: “Ben de her konuda organizasyonla aynı fikirde değilim” demesi, sizler için o kişilerin atılmasına neden oluyor. O biraderde atıldığı zaman 91 yaşında. Hiç kimseyi artık ona yardım etmeye bırakmadığınız bu adam üç sene sonra ölüyor. Kimisi de: “Allah geleceği ara sıra değil de her zaman görür” demekle atılıyor! Bir başkası, dul bir kadın askeri kışlada geçimini sağlamak için temizlik işlerinde çalışıyor diye atılıyor. Aynı zamanda o kışlada bir generalin evinde temizlik işlerinde çalışan bir subayın Şahit olan karısı ise normal gözle görülüyor. Çünkü general parayı kendi cebinden veriyormuş, kışlada çalışan ise maaşını savunmadan alıyormuş! Kimi bahçıvanlık işinde çalışırken neden kilisenin bahçesindeki otları kestin diye atılıyor. Ya da elektrikçi olan bir biradere neden kilisenin elektriğini yaptın diye toplantılardan uzaklaştırılıyor. Bir yaşlı babaanneye: “Niye ilişkisi kesilmiş torununla konuştun” diyerek o da müşareketten (ilişkisi) kesiliyor. Anne babalar neden çocukları onları ziyarete geldi diye atılıyorlar. Çünkü çocuklar: “Biz artık Şahit olmak istemiyoruz” diyorlar! Ölmeden önce son bir kez çocuklarımı göreyim diye kan alan babayı da merhametsizce ölümünden önce nasıl aceleyle attığınızı da biraz önce yazmıştık. Binlerce örnekleri yazmaya kalksam kitaplar almayacak. Hezekiel kitabındaki Rabbin şu sözleri geldi aklımıza:

“İşte ben çobanlara karşıyım, ve onların elinden koyunlarımı arayacağım, ve onların koyunlarımı gütme işini sona erdireceğim; ve artık çobanlar kendi kendilerini gütmeyecek; ve onların ağzından koyunlarımı kurtaracağım, ve onlara yiyecek olmayacaklar. Hezekiel 34:10

Bütün dağlarda, ve her yüksek tepe üzerinde koyunlarım avare dolaştılar; ve koyunlarım bütün yeryüzüne dağıldılar; soran yok, arayanda yok. Hezekiel:34;6

Mademki böğürle vuruyorsunuz, ve omuzla itiyorsunuz, ve bütün zayıfları dışarılara dağıtıncaya kadar boynuzlarınızla kakıyorsunuz; bundan dolayı ben sürümü kurtaracağım, ve artık çapul malı olmayacak...” diyor Rab Hezekiel:34;21 de.

Bütün bu insanların kanını Allah sizlerin elinden aramayacak mı sanırsınız? Eski nesillerden aradıysa sizlerden de arayacaktır. Eskiden kendi İsrail kavmini üzerinden nasıl attıysa, sizi de atacaktır. Kaldı ki onlar bizzat Allah tarafından çağırılmış bir kavim idi. Peki, ya sizleri kim çağırdı? Kendi kendiniz. Katolik, Protestan, Müslüman ve daha nice dinlerin kanlı ellerinden, bir askere gitmiyorsunuz diye sizin elleriniz daha mı temiz? Hayır diyoruz. Sakın kendi kendinize büyüklenip de: “Allah’ı bizden öğrendin ve şimdi nankörlük yapıyorsun” demeyin. Resul Pavlus ki, eğer övünmeyi hak eden biri varsa O olduğu halde, Allah’ın ruhuyla bakın ne diyor:

Apollos kim? Pavlus kim? İman etmenize aracı olmuş birer hizmetkârdır... tohumu ben ektim Apollos suladı. Ama Tanrı büyüttü. Önemli olan eken ya da sulayan değil, ekileni büyüten Tanrıdır. 1.Korintoslular 3:5-9

Pavlus burada ne ekene ne de sulayana, bütün değerin büyütene verilmesini vurguluyor. Bu da ne Pavlus ne de Apollos olmadığına göre, sizlerin göklere çıkarıp da adeta taparcasına bir şekilde yükselttiğiniz “Organizasyonunuz” hiç olamaz. Peki, kim olur? Pavlus’un ne dediğini okuduk O: “Rab” diyor. Var mı sizlerde böyle bir ruh? Biz görmedik. Hangi ruhun kanalı olduğunuzu anlamak ise hiç de zor değil artık.

Kiliseler Meryem’le İsa’ya Allah diye tapar ve yüceltir, Müslümanlar Muhammed’e verirler bu izzeti, Yahudiler Musa’ya, Hinduları, Budistleri saymama gerek yok sanırım. Sizler de Organizasyonunuza Allah’tan ziyade verdiğiniz bu değerle aynı kabın içindesiniz. Bunu kendinizi yeryüzünde tek ve en temiz olarak gördüğünüz için yazıyorum. Bu mektupla da sizlerde ancak nefret uyandıracağımızı da biliyoruz. Fakat Amos peygamber şöyle diyor:

“Kendilerini kapıda azarlayan adamdan nefret ediyorlar, ve doğrulukla söyleyenden tiksiniyorlar” diye Amos:5;10’da bu sözleri boşuna söylenmedi.

İsa Mesih: “Benim aracılığım olmadan Baba’ya kimse gelemez” dedi. (Yuhanna 14:6) 1.Timoteos 2:5-6 ise : “Bir Tanrı ve Tanrı ile insanlar arasında tek bir aracı vardır” der. Sizler ise ebedi hayatı Organizasyona bağlamak ile insanları sinsice, hem Rab Allah’ı hem de İsa Mesih’i inkâr etmeye zorlamış oluyorsunuz. Çünkü Mukaddes Kitapta hiç kimseye Allah kendisiyle arasında olan aracı İsa Mesih’ten başka birine bu yetkinin verilmediğini görüyoruz. Fakat İsa bu konuda insanlığı çok güzel bir şekilde uyarmadı mı? Luka 21:8 de:

“Sakın sizi saptırmasınlar. Birçokları: “Ben O’yum ve zaman yaklaştı” diyerek benim adımla gelecekler. Onların ardından gitmeyin.” (Müjde kitabı yani İncil)

Mukaddes kitabın hiç bir yerinde, Organizasyonun peşinden gidin diyen bir ayet yazıyor mu? Ne yazık ki sizlerinde çok iyi bildiğiniz ve bu konuyu yönetim kurulunda ele aldığınız gibi Mukaddes Kitabın hiçbir yerinde “Organizasyon” kelimesi dahi geçmiyor, hem de hiçbir şekilde.

Peki, şimdiye kadar bize bu hararetle öğretilen “sadık ve basiretli köle” kim? (Matta:24;45-51) İsa bu soruya ışık tutacak bir söz söylüyor:

Kimdir annem, kimdir kardeşlerim?....Göklerdeki Babamın isteğini kim yerine getirirse, kardeşim kız kardeşim ve annem odur.

Yeryüzünde bu prensibe uygun kim ise, sadık ve basiretli kölede odur. Fakat o çok sevdiğiniz ayetin alt taraflarını nedense üyelerinize hiç okumazsınız. Gelin bu mektupta olsun biz onu dile getirelim. Belki düşünürsünüz. Çünkü İsa o köleler arasında olacak kötü hizmetçilerden de bahsediyor. Ve aynen şöyle diyor:

Fakat eğer o kötü hizmetçi yüreğinden; Efendim gecikiyor der; kapı yoldaşlarını dövmeye başlarsa, o hizmetçinin efendisi beklemediği bir günde ve bilmediği bir saatte gelecek, ve onu iki parça edecek, onun payını ikiyüzlüler ile verecektir; orada ağlayış ve diş gıcırtısı olacak.  Matta 24:48-51

Mukaddes Kitapta yazılı bütün iyi şeyleri kendinize mal edip, bütün kötü şeyleri de sizle birlikte olmayanlara yakıştırdığınızı da biliriz. Dediğimiz gibi ister dinleyin ister dinlemeyin, biz söylemeye devam edeceğiz. Bunu yapmaya bizi vicdanımız zorluyor. Yukarıdaki bahsedilen konuların ışığında, olsanız olsanız siz ancak bu kötü köle sınıfından olursunuz. Çünkü İsa’nın bu misali peygamberlik ise, size ve işleri sizin gibi olanlara tamı tamına uymuyor mu? Yazdığımız bu mektuba, yazı bölümünde çalıştırdığınız bir robotunuzdan cevap almak amacını taşımıyoruz. Amacımız, sözlerimiz sizin işlerinizden dolayı eğer sert oldu ise; düşünce ve duygularınızı bizlere değil; işlerinize, öğretilerinize, aleti olduğunuz Organizasyonunuzdan nasıl kurtulacağız diye düşünmeye yönlendirin. Mektubumuzu da çok aşağılardan gelen, uyarı niteliğinde değerlendirin, düşman niteliğinde değil. Sizlerin böyle bir şey yapacağınıza inanmasak da, amacımız peygamber Yeremya ya Allah’ın söylediği şu sözler uğrunda:

Belki dinlerler, ve herkes kendi kötü yolundan döner de işlerinin kötülüğü yüzünden üzerlerine getirmeyi düşündüğüm beladan nadim olurum. Yeremya 26;3

Yine sizin dediğiniz gibi Mukaddes Yazıların hiçbir yerinde toplantılar, ya da cemaatler erkeğin başıdır diye öğretilmiyor. Kaldı ki yeryüzünde bilmem kaç Hıristiyan din ve mezhebi bunu iddia ederken, yalnız olmadığınızı da vurgulamak isteriz. Fakat resul Pavlus açıkça 1.Korintoslular 11:3 de:

...her erkeğin başı Mesih’tir...der. Toplantılar, cemaatler, organizasyon falan demez. Hatta böyle bir baş olma yetkisini ne ihtiyara, ne nazıra, ne de başka bir isim altında alınan rütbelere, insanlara vermiyor. Ancak kısa ve öz olarak “Mesih’tir” diyor. “Başınızdaki ihtiyarlara tabi olun” denen ayetleri ise, yine bizler „başınızdaki yönetimlere tabi olun” ayetindeki anlamda anlıyoruz. Allah’ın iradesi dışında olan taleplerinde nasıl ki yönetimlere “hayır” denmesi gerekiyor ise, bu ayetlerden de ihtiyar geçinenlere karşı neden farklı bir yorum çıkarılsın?

Bu, Allah’ın bizler için belirlediği kişiden başka hiç kimseyi üzerimize baş olma yetkisini vermediğini gösteriyor. Ancak o zaman, Allah’ın ruhunun teşvikiyle yürümekte olduğumuz bu yolda yardım bekleyebiliriz.

Başlangıçta bizler de aldandık ve sayenizde aldattık da. Yazılarınızdaki şişkin sözler, örneğin Almanca yayınlarınızdaki Erwachet 22.Feb.1985 Durch Aufgeschlossenheit Gottes Wohlgefallen dergisinde. Buradaki bahsi geçen mecmuanızda, kişinin samimi, içten, yürekten gelen bir doğrulukla açık olması öğretiliyor. Aslında biz bunu şimdiki gözümüzle insanları kapana yakalamak için koyulan yem olarak değerlendiriyoruz. Yine yüzlerceden biri olan Wachtturm 15.Jan.89 tarihli dergi,  Bist du für neue Gedanken Aufgeschlossen? Yani, “Sen yeni bir düşünceye açık mısın?” Yine aynı tuzak ve aynı yem. Bunlar dediğimiz gibi yüzlerce, binlerce öğretilerinizden ancak iki örnek. Biz bu yazıları büyük bir sevinçle okuduk ve aldandık. Bu sözleri insanları sizlere çekmek için başkalarına vaaz ettik, onları da aldattık! Dediğimiz gibi, sayenizde!

Bir kişiyi kendi içinize alana kadar, bütün bu beklenilenleri yapması gerektiğini öğretirsiniz. Mesela: “Kişi kendi dinini araştırmalı, sorular sormalı ve muhakkak cevap da almalı. O dinin tarihini incelemeli vs. vs.” diyerek. Fakat aynı prensipler bir Yehova’nın Şahidi için geçerli değildir. Bir Şahit ister doğru ister yanlış olsun, hiçbir yorum ve kendi düşüncesi sorulmaksızın, Organizasyonu ne derse öyle inanmalı, öyle yaşamalı, öyle de ölmelidir. Organizasyon hata mı yaptı, olsun, «tek başına doğru yolda yürüyeceğine, Organizasyon ile beraber yanlış yolda yürü» parolası kulaklarınıza hiç de yabancı gelmemiştir, öyle değil mi?

Hakikat kitabının (Almancası Wahrheits- Buch) 13’üncü sayfasında Kişinin sizlere doğru dinini değiştirmesi için ne yapması gerektiği yazıyor. Orada:

“Biz sadece kendi inandığımız şeyleri değil, doğrumu diye aynı zamanda dinimizin bize öğrettiği şeyleri de araştırmalıyız. Öğretileri tam ve Mukaddes Yazılarla uyum içinde mi, yoksa insan öğretilerine mi dayanıyor? Eğer hakikati seviyor isek böyle bir araştırma yapmaktan korkmamamız lazım. Hepimiz samimiyetle Allah’ın iradesinin ne olduğunu bilmeli ve onu da yapmalıyız” deniyor.

Niçin bu araştırmaya hemen Organizasyonumuzdan başlamayalım? “Geçmiş 100 yıl boyunca olan öğretileri acaba insan öğretilerine mi dayanıyor?” diye. “Söyledikleri peygamberliklerin hiçbiri niye gerçekleşmedi?” diye. “Bu gibi soruları soranları hemen aralarından niye atıyorlar acaba?”diye. Bu gibi sorularla hazırladığınız beyin yıkama programınızla insanları aptal yerine mi koyduğunuzu sanıyorsunuz? “Bu soruları git kendi dinine sor ama bana geldikten sonra sakın çıtın çıkmasın” demek de ne demek? Bu sizlerdeki nasıl bir adalet ve doğruluk? Bütün bu programınızla sadece şimdiye kadar 6 milyon insana siyahın beyaz, gündüzün gece olduğunu değil; bir de bunlar hakkında soru bile sorulmamasını öğretmişsiniz!

Bu mu insanları davet ettiğiniz hakikat? Hakikati kendimiz kabul etmediğimiz gibi, kabul edenlere de müsaade etmemek! İsa sizin gibiler için ne güzel de söyledi:

Göklerin Krallığını insanların yüzlerine kapıyorsunuz; zira kendiniz girmiyorsunuz, girenleri de bırakmıyorsunuz ki girsinler. Vay başınıza, yazıcılar ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Zira bir inanç ortağı yapmak için denizi karayı dolaşırsınız ve olunca, siz onu kendinizden iki kat cehennem oğlu edersiniz. Matta 23:13-15

Ama Gözcü Kulesinin kurucusu C.T. Russel ne diyor: “Yeryüzündeki hiçbir Organizasyon göksel yüceliklere giden pasaport düzenleyemez”. (Russel Studium Band) Bu sizlerin eski düşünceleriydi. Şimdi ise tam bambaşka bir öğreti ve rotayla ters yönde gitmeyi gelişme olarak görüp, “salihin güneşi git gide parlar” sözüyle mi açıklamaya kalkıyorsunuz? Çünkü sizlerdeki bu değişiklik iyiye değil, kötüye doğru olan bir değişme. Onun için salihlerle kıyaslanamaz. Işığa değil, bu sizinkini ancak karanlığa gidiş olarak niteliyoruz.

Bütün üyelerinizin zihinlerine soktuğunuz: “Çok yakında son gelecek” inancıyla, ne onların bir ev yapmalarını, ne yeni bir şey satın almalarını istersiniz. Hatta sağlık sorunları bile varsa, “nasıl olsa son gelecek” diyerek, onları bu sorunlarla bir ömür boyu yaşamalarına rehberlik etmiş olan sizler. Yeni bir araba alıp ev yaptıran kişiye eğri gözle bakarken; aynı zamanda yapılacak olan Beythel binalarınızın inşaatında çalıştırılacak bedava işçiler toplarsınız! Bu da ana Organizasyonun öğretisi olan: “Sakın sen bizim sözümüzden dışarı çıkma. Bu senin iyiliğin için. Nasıl olsa son gelecek, gelecekle ilgili yükünü at sırtından. Fakat bizim yükümüzü sırtına al, onu taşı !“ derken hiç de yüzlerinizin kızarmadığını gördüm. Matta 23:4-5 ve 27 de İsa ne güzel söylüyor:

…Çünkü söyledikleri şeyleri kendileri yapmazlar. Ağır ve taşınması güç yükleri bağlayıp başkalarının omuzlarına koyarlar da, kendileri bu yükleri taşımak için parmaklarını bile kıpırdatmak istemezler. Yaptıklarının tümünü gösteriş için yaparlar....... Vay halinize din bilginleri ferisiler ve ikiyüzlüler! Siz dıştan güzel görünen, ama içi ölü kemikleri ve her türlü pislikle dolu badanalı mezarlara benzersiniz. Dıştan insanlara doğru kişilermiş gibi görünürsünüz, ama içte ikiyüzlülük ve kötülükle dolusunuz.

Kendi saçaklarınızı uzatıp, eteklerinizi genişletmekle övünürsünüz. Atalarınız gibi! Fakat övündüğünüz o binaların, modern son teknik en pahalı baskı makinelerinin, kullandığınız son model arabaların ki bütün bunları bedava elde ettiğiniz gibi, bakımlarını da yine bedava o yüklerinizden soyunun dediğiniz kişilerin sırtına binerek yaptırırsınız. O zavallılar da, Yehova’ya hizmet ediyorum diye güler yüzle severek yaparlar. Bu dünyada Allah’ın ismiyle kendine menfaat ve rahatlık sağlayan yalnız sizler değilsiniz. Fakat kendinizin de ilan ettiği gibi sonunuz ise çok yakın. O sonda siz kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz? Size yine hayır diyoruz. Allah’ı da mı kendiniz gibi haydut sandınız?

Bütün bu mekruh işleri yapmak için de gelip ismimle çağrılan bu evde önümde duruyor, ve : “kurtulduk, diyorsunuz, öyle mi? İsmimle çağırılan bu ev sizin gözünüzde haydut ini mi oldu?  İşte bende gördüm RAB diyor. Yeremya 7:10-11

Bu mektupla Galatyalılara Pavlus’un dediği gibi: “Şimdi biz insanların mı yoksa Tanrının onayını mı arıyoruz?” (Gal:1:10)

Organizasyon olarak ayakta kalmak için birliğe ihtiyacınız olduğu kesin. Bu birliği üyelerinizin beynine öyle sokmuşsunuz ki, «ne olursa olsun, Organizasyon bilerek ya da bilmeyerek hata da yapsa, her zaman onun arkasında dur ve savun» parolası sizler için çok normal ve mecburi bir davranış tarzıdır. Eğer bir tarih konusunda dahi, mesela 1914 ile ilgili öğrettiğiniz inanca şüpheyle bakanı, bu birlik bozulmasın diye aranızdan atarak, o kişiyi helak oğlu ilan ediyor ve herkesin ona selam bile vermesini yasaklıyorsunuz. Önceki konularda bahsettiğimiz gibi. Bu örnek sadece binlercesinden en meşhuru. “Allah geleceği ara sıra değil de her zaman görür” diyeni ise irtidat etti damgasıyla atıyorsunuz. Bütün bunları yaparken de “birliğinizin bozulmasından korktuğunuz için gerekliydi” diye öğreterek. Övünerek, kendinizi aynı adımlarla yürüyen askeri ordulara benzetirsiniz. Bir taraftan askerlik ve savaşları Şeytanın bir parçası gibi gösterirken, öbür taraftan da utanmadan, “biz İsa’nın askeriyiz” dersiniz. İsa ne zaman ve kimi askeri bir Roma ordusu disipliniyle inanmadıkları şeye zorladı? İsa kendine gelen kimi kovdu? Ben okumadım, fakat sizler biliyorsanız bizlere söyleyin.

Peki, sorarım sizlere: Hangi yüzle kapı kapı gidip de: “Dininizi araştırın ve onların içinden çıkıp bize gelmezseniz kurtulamazsınız” diyebiliyorsunuz, dedirtiyorsunuz? Siz birliğinizi bozmamak için her fiyatın ödenmesini taraftarlarınıza öğretiyorsunuz da, öbür dinler bunu öğretince niye yanlış oluyor? Yeryüzündeki bütün dinlerin sayısını bir düşünün. Ondan sonra milyonlarca saat bu zihin ve tutumla ettiğiniz vaazları hesap edin, ve yine ondan sonra da bütün bu dünyadaki dinlerle o övündüğünüz sayınızı kıyaslayın! Bu mu sizin başarı dediğiniz sayı?! O kişiler de kendi dinlerindeki birliği bozmamak için bütün her akılsızlığa iman ettiklerini söylemek ve arkasında duruş almakla sizden daha mı akılsız, hissiz, taş kafalı ve kötü yürekli oluyor ve sonunda da Allah’ın gazabını kazanıyor? Yine size hayır deriz. İsa Mesih’in: “Önce kendi gözündeki kalası çıkar ki kardeşinin gözündeki çöpü göresin” sözünü hatırlatmak gereğini duyuyoruz. Aynı şekilde resul Petrus 2.Mektubunda 2:18-19 da:

“Çünkü yanlış yolda yürüyenlerden henüz kurtulanları, boş ve şişkin sözler söyleyerek...  ...Onlara hürriyet vaat ederler, oysa kendileri fesat kölesidirler” diye yazmakla sizler ve zamanımız hakkında ne güzel bir uyarıda bulunmuş olduğunu takdirle anımsıyoruz.

Tekrar kısaca kanla ilgili konuya dönmek istiyoruz. Bu konuda bilgimiz olmadığından, yıllarca sizlerin fanatik ve akılsızca öğretilerinizi biz de hayatımızda uyguladık. Yine bu konuyla etraflıca bir bilgi için birader Raymond Franz’ın Christliche Freiheit kitabının (bu kitabın Almancası şimdilik CD olarak var) II. bandında sayfa 143 den 158 e kadar olan kısımlarında etraflıca, bilimsel olan bilgiyi bulabilirsiniz. Biz ancak kısaca ve anladığımız kadarıyla, kendi sözlerimizden yazmaya çalışacağız. Yoksa amacımız kan hakkında konferans vermek değil. Amacımız Mukaddes Kitap ışığında anladığımızı, sizin uygulamalarınızla birleştirerek, nasıl fanatik olunabileceğini göstermek.

Organ naklini kabul ediyor ve yapıyorsunuz. Organlarda olan aynı madde kanda da var. Kandaki plazmadan ayrılarak elde edilen un gibi madde, zamanımızın salam sosis ve benzeri gıda maddelerine olduğu gibi girmektedir. Üretilmiş o maddenin üzerinde plazma diye yazmazda Almanca “Stabilisator” diye geçer. Hepimizin sofralarından da midemize gitmektedir. Ayrıca bir zamanlar yasak olan ve sonra mecburen müsaade ettiğiniz aşılar, sizin misyonerlerinizin yaptırdığı, olağan şeyler. Bu aşılar en az 15 litre kandan elde edilmekte olduğunu bizlerden de iyi bildiğinize inanıyoruz. Kızıl haçın Amerika’daki bir eyaletinde bütün yılda elde ettikleri kandan sadece % 6 sının hastanelere tam kan olarak verildiği rapor ediliyor. Bu başka yerlerde de aşağı yukarı aynı olmalı. Geri kalan kanlardan ise dediğimiz gibi, analize edilip bölünerek gerekli ilaçlar elde ediliyor. Bağışıklık, lösemi hastalığı vs. için gibi daha bizlerin bilmediği bir sürü ilaç türleri. Bunların da hepsini alıyoruz, alıyorsunuz. Peki, geriye almadığınız başka ne kaldı?

Franz’ın kitabında geçen bir doktorun sizin hakkınızda dediği gibi: “Kişiye perhiz önerilecek, sandviç yeme denecek, yani ekmek içinde, salam, peynir; o da hepsini içinden çıkarıp ayrı ayrı yiyecek”. İşte sizin yaptığınız kan plazması almamak da bu. Sözde kan almıyorsunuz fakat kanda bulunan bütün maddeleri ayrı ayrı kabul ediyorsunuz ! Bu da sizin “Organizasyon” mantığınız!

Biz kan almıyoruz, çünkü Allah kandan uzak durun diyor diye, kanamalı bir hastalıktan ölenin başına put gibi bekleyen cemaatlerinizden nöbetçiler koyuyorsunuz. Aman olur ya, bir doktor ya kan verirse! O kişinin ölümüne kadar da başını bekliyorsunuz. Lafta ise bütün bunlar hastayı teselli etmek için. Bununla da sözüm ona Allah’ın önünde büyük bir iş yaptınız. Gelelim mukaddes yazılara; acaba orada gerçekten kan almayın mı diyor; yoksa bu da 1914 ve bir sürü ikiyüzlü öğretilerinizden biri gibi mi?

Allah Nuh tufanından sonra:

Fakat eti onun canı olan kanıyla yemeyeceksiniz. Ve gerçek sizin kanınızı, canlarınız için arayacağım.... her kim adam kanı dökerse onun kanı adam eliyle dökülecektir. Tekvin 9:4-6

Putlara kurban edilen şeylerden, kandan, ve boğulmuş olanlardan, ve zinadan çekinin. Resullerin İşleri 15:29

Her iki ayette ve Musa’nın kanunlarında kan yemek, içmek, sindirmek amacıyla kullanılmamalı derken; Allah Nuh’a ise insan canının katledilmemesini, suçsuz kanın dökülmesine karşı geldiğini söylüyor. Çünkü onun canı kanındadır diyerek Allah canın kutsal olduğunu vurguluyor.

Yine İsa kendi zamanındaki aynı fanatik dincilere karşı, sebtle ilgili sorunu nasıl dile getirmişti? “Hanginizin koyunu ya da eşeği bir çukura düşerse onu sebt günü kurtarmaz? Onu kurtarmak için sebt gününü çiğnemez mi?” diye söylemedi mi? Fakat ölmek üzere olan birine, hiç acı çekmeden ve de kendi sağlığından bir şeyler kaybetmeden, mutlulukla kan vererek, o kişinin yaşamını kurtarmak, ya da sağlığını kurtarmak amacıyla yapılan şey sizin gözünüzde yanlış demek, öyle mi?  Allah: “Onun canı kanındadır” diyerek kişinin canının kutsal olduğunu vurguluyor ise, onu kurtarmak kutsal bir iş değildir de nedir? Koyun mu daha değerli insan canı mı? Eşek mi daha değerli insan canı mı? Koyun ve eşeği kurtarmak için Allah’ın kanunu olan sebt günü çiğneniyor ki, amaç eşek ve koyun ile o insanın ekonomik gücüne zarar vermemeyi amaçlar. Çünkü rasgele kırda ölmüş bir eşek ya da koyun bir kavmı (ulusu, toplumu) suçlu yapmazken, fakat aynı şekilde belirsiz bir nedenle öldürülmüş bir insan için Allah: “Bu kanı bütün İsrail’den (ya da o ülkeden) ararım” demekle yine insan canına verdiği değeri göstermektedir.  Allah kanın ancak yiyecek maddesi olarak kullanımına, o da sağlığımız için karşı geliyor. İnsanların ise kanının dökülmesinin cezasız olmayacağını ve bununla da katliama karşı geldiğini gösterirken, bizler ne hakla zamanımızdaki bilgi ve teknik imkânlarla, insanın canı eğer söz konusuysa bunu kurtarmak için olan kanı hem de «Allah’ın emridir» diye yasaklayalım?!

Yine İsa’nın bir benzetmesiyle bu konuya ışık tutalım:

Kim mezbah üzerine ant ederse, bir şey değildir, fakat mezbah üstündeki takdime üzerine ant eden borçlu olur dersiniz. Siz ey körler, hangisi daha büyüktür? Takdime mi, yoksa taktimeyi mukaddes kılan mezbah mı? Matta 23:18-19

Aynı bu ters öğretiyi sizlerde de görmek bizleri şaşırtmıyor. Kan demek can demek, Allah da canı mukaddes görüyor ise; kan kaybından ve başka bir hastalıktan dolayı ölümle karşı karşıya kalan kişiye kan almayı yasak eden siz ikiyüzlüler. Kan mı kutsal yoksa can mı? Cansız kanın ne kutsallığı olur? Yaratan ikisini birbirine bağlı yaratmadı mı? Sunak mı kutsal yoksa üzerindeki kurban mı? Kurbanı kutsal yapan sunak değil mi? Kanı kutsal yapan can değil mi? Kan kimde olursa olsun, sahibini yaşattığı müddetçe kutsallığını korur. Bizler birbirimize organ veriyor isek, bu da o kişiyi yaşatmaya yardım ediyorsa; çok daha kolay bir yoldan verilen kan niye yanlış oluyor? Tam tersine, kan üzerinde sahip olduğumuz bugünkü bilgiler ile aslında can kurtarmak için kan vermek de Allah’ın bir emridir. Biz sizler gibi başka bir sonuç çıkaramıyoruz.

Fakat sizlerin ataları değil miydi; eli sakat, kurumuş, kör, topal, kötürüm insanları “İsa neden sebt günü iyileştirdi” diye öfkeden kudurtan? Sizler de onlardan farklı değilsiniz. İncil’de Resullerin İşleri bölümünde yazan “kandan uzak durun” ayetini ezberletmediğiniz Şahit yoktur sanırım. Eğer o resuller bunu harfen, kana dokunmak bile yanlıştır anlamında uzak durun dediyse, o zaman ameliyat bile olmamamız gerekir. Buna göre hiçbir et de yiyemeyiz. Çünkü en azından ya da en fazla %3 kan hayvanlarda bulunabilir imkânı Alman kasaplar kanununda geçiyor. Hiç, bir damla bile olmayacak mantığı zaten imkânsız. Bunları eğer sizlerin kafasına göre anlayacak olursak tabii.

Ya morfin için ne denmeli? Sigara bile içmeyen sizler! Hanginiz bir ameliyat sırasında morfin almaz? Canlı canlı kalp ameliyatına neden girmiyorsunuz? Demek ki morfin insana ameliyatta hizmet ederken, keyif aracı olarak kullanıldığında zararlı oluyor. Fakat bir fanatik çıkıp da morfinden uzak durun diyemez mi? Hem de her türlü şeklinden. Niye demesin, siz kan için o anlamı çıkarmışsınız ya!

Kan almakla yemek arasındaki fark: Yenilen kan sindirim organlarıyla karışarak mecraya (dışarıya) çıkar. Vücuda alınılan kan ise vücudun bir parçası olarak kalır, aynı bir organ gibi.  Aldığımız organlar da vücudumuzun artık bir parçasıdır, kan gibi. Allah ise kan yenilmesine ve katliama karşıydı. Hayatı, canı kurtarmaya değil.

Hiç unutmam ameliyat olacağım zaman, sizlerden aldığım eğitim ile aynı rezilliği bende hastanede kan almamakla ilgili konuda yapmıştım. Hatırladıkça ancak utanç duyuyorum. Allah’ın kulu olarak ölmekten hiç korkmam, ama Allah’ın amacını çarpıtarak kör bir fanatik olmakla Allah’ın ismine getireceğim lekeden hep korkmuşumdur. Sayenizde bu fanatikliği de yaptık. Bunları söylemekle kanla ilgili yan tesirlerimi göz ardı ediyoruz? Hangimiz ameliyat öncesi sadece narkozla ile ilgili yan tesirleri gösteren koca bir sayfa küçücük yazılarla yazılmış, sayısız ölüme götürecek tehlikeleri kabul edip de imza atmadı? Kanla ilgili durum da farksız değil tabii ki. En basit gibi gözüken aspirinin yan tesiri yok mu sanki?

1980 senesine kadar organ nakli de sizde yasaktı. Ondan sonra müsaade etmekle, sanki hatanızı kabul mü ettiniz? Hayır. “Bundan sonra organ nakli yapılabilir ancak bu bir vicdan meselesidir” demekle, aynı buna benzer bir palyaçoluğu kan konusunda da belki yapacaksınız. Fakat yıllardır sizlerin o fanatikliğinizden dolayı ölenler, ilişkisi kesilenler,  “artık sen kurtulamaz bir cehennem oğlusun” dedikleriniz, onlar ne olacak?

Fakat bunlarla hem bilginizin ne kadar yüzeysel olduğunu belirtirken,  aynı zamanda da ikiyüzlülüğünüzü görüp de söylememek sizin işlerinize ancak ortak olmak demektir ki, bu bizden uzak olsun. Çünkü sizler bizlerden çok bilgiye sahipsiniz, ama onu kötüye kullandınız ve kullanıyorsunuz.

Biz sizlerden daha mı salihiz? Hayır. Fakat sizin gibi salih olduğumuzu iddia etmiyoruz. İçinizde çok değerli kişiler de var. Hele sizlerin irtidat etti dedikleriniz ise bizce genelde daha da değerliler. Çünkü onlar korkarak değil, imanla, Allah’a güvenerek yaşadıklarını gösteriyorlar, ama bir organizasyona değil. İzzeti de Allah’a ve kral olarak Mesih’ine veriyorlar, yine bir organizasyona değil.

Mektubumuz çok uzun oldu. Dediğimiz gibi burada işlenmemiş daha yüzlerce konular ve sizlerin çarpıklıkları var. Bu mektubu yazmama, beni Şahit olmam için arkamdan ittiren kocam ve de sizlerin “Allah geleceği her zaman görür, ara sıra değil” dediği için irtidat etti diye aranızdan attığınız bir birader yardım ettiler. Yoksa bu kadar çeşitli konuları tek başıma toparlamam hiç mümkün olmayacaktı. Bizler hakikati gördüğümüze kendi adımıza sevinirken, sizler adına ise üzülmüyoruz dememiz gerçekten yalan olur. Sizler adına büyük bir üzüntüyle Allah’a yalvarışımız, Organizasyon düşüncesinden kurtulmanız ve Yehova’ya kendi ayaklarınız üzerinde yürüyerek, insana güvenip onu kendinize kuvvet edinmeden yaklaşmanız olacaktır.

Rab şöyle diyor: İnsana güvenen ve insanı kendisine kuvvet edinen ve yüreği Rabden ayrılan adam lanetlidir. Yeremya 17:5

Her türlü Organizasyon düşüncesi kişiyi Allah’tan uzaklaştırır. Bu konuda birader C.Taze Russel’in ve birader Franz’ın çok güzel açıklamaları var. Yehova’nın organizasyona ihtiyacı hiçbir zaman yoktur. Dediğimiz gibi Mukaddes Kitapta bu kelimeye bir kere bile rastlanmaz. Allah İsrail kavmını Musa zamanında verdiği emirlerle ve de kurallarla ancak eğitim amacına sahipti, Mesih gelene kadar bu kanunlar onların öğretmeni olacaktı. (Galatyalılar 3:24) Fakat onları organize etmedi. Organizasyon Şeytanın kullandığı bir yöntemdir. Devletler, milletler, ordular, işyerleri, mafyalar, terörler, okullar organize edilerek yeryüzümüzde işlerler. Fakat cennette bu böyle olmayacaktır. Ne gökteki melekler ne de yeryüzümüz organize edilmeyecektir. Bu da, Allah amacını bütün yaratıklarının yüreklerine ve zihinlerine koyduğundan dolayı böyle olacaktır. Hâlâ anlamıyor musunuz? Eğer Allah İsrail’i organize ettiyse ki, dediğimiz gibi hayır, onları sadece eğitti. Yine öyle varsayalım, organize etti diyelim. Ne oldu bu organizasyon zamanla? Yok oldu. Yehova’dan daha iyi kim organize edebilir? Kaldı ki Allah organizasyon düşüncesinden bile nefret eder. Çünkü bu organizasyon zihniyeti, mutluluk, ruh, inisiyatif, düşünce, sevgi, merhamet, iman ve daha özgürlük adına ne varsa yok edicidir. Organize edilmiş hiçbir kurumun, toplumun, milletin, dinin, ordunun tek tek düşüncelerine değer verilmez. Ancak organizasyon altında bulunan kişiler emir alır ve onu yapmak zorundadır. İster beğensin ister beğenmesin, ister inansın ister inanmasın, ister sevsin ister sevmesin. Organizasyon, emri yerine getirmeyi amaçlar. Bu nakâmil olan biz insanlık için çok gerekli gibi görünse de, Allah hiçbir zaman bu yöntemi kullanmaz. Allah emretmez anlamında söylemiyoruz. Fakat Organizasyon düşüncesinde köle etmek vardır. Allah ise bizleri özgür olmaya çağırıyor. Hem şimdiki hem de gelecek zamanda. İsa Mesih ölümünden önce şakirtlerine:

Artık size kul demem; çünkü kul efendisinin ne yaptığını bilmez; fakat size dost dedim; çünkü Babamdan işittiğim bütün şeyleri size bildirdim. Yuhanna 15:15

Hiç bu sözlerde bir organizasyon düşüncesi ve amacı gözüküyor mu? Hangi organizasyon İsa Mesih’in sözlerinde olduğu gibi açık ve nettir?  Bu organizasyon sistemini ise binlerce yıldır sadece Şeytan kullanıyor. Allah ise nefret ediyor. En güzel örnekte, Nuh’un tufanından sonra geçiyor. Düşünceleri, dili ve amaçları bir olan organize edilmiş bütün dünya halkı; siz Şahitlerin ideali olan bu dünya halkı ise ilk BABİL. Onların başlangıcını ve sonunu ve de Allah’ın onlara olan tepkisini, yapmakta oldukları şehri bina edemeden, Allah onların dillerini karıştırdığını ve dağıldıklarını Mukaddes Kitaptan okuduk. Sizlerin iddia ettiği gibi “her ne pahasına olursa olsun birlik içinde bir organizasyona” karşı olan Allah’ın tepkisini Tekvin 11:1-9 da tekrar ve tekrar okumanızı herkese tavsiye ederiz. İlk yüzyılda, resullerin zamanında var mı bir organizasyon kelimesi diye bir terim? Fakat ne zaman ki üçüncü yüzyılda onlar Roma devlet dini olarak organize edildi, işte ondan sonrada Hıristiyanlık ortaçağlardaki hallerini ve bugünkü ruhi boşluklarına ve iğrençliklerine daldılar. Bunu zaten ancak organizasyonlar başarır.

Hâlbuki “... ALLAH sevinç ile vereni sever” der 2.Korintoslular 9:7’de. Bunu organizasyon zihniyeti başaramaz. Organizasyon sevince, sevgiye, merhamete bakmaz. Onlar rakamlara, istatistiklere, saatlere, kuvvetlerine, sayılarına,  gösterişlerine bakarlar. Bütün bunlar ise belli bir zaman sonra sevgiyle değil, ancak baskıyla olur.

Bu konu hakkında yazılacak daha çok şeyler var. Fakat mektubumuz gereğinden fazla uzadığı için ancak bu kadar yazmakla yetindik.

Bizler bu mektupla sizlerin bilmediği şeyleri yazmadık. Mektubumuzda vurguladığımız şeyler, inanıyoruz ki ancak işlerinizin belki de on binde biridir. Ancak bu kadarını bizim de sizler hakkında yaşayarak bildiğimiz, duyduğumuz ve öğrendiğimiz şeyler olduğunu vurgulamak amacıyla yazdık. Bu da bizlere yetti de arttı zaten. Bizler bıraktığımız o eski dinimizi; sizlere gösterdiğimiz itinayı, hoşgörüyü, sadakati göstermeden, o dini bu kadar araştırmadan içlerinden çıkmıştık. Bununla pişmanlık duyduğumuzu değil, fakat sizlerin de onlardan farklı olmadığınızı vurgulamak istiyoruz.

Dediğimiz gibi, yazdığımız bu şeyler sizin arkanızda bilmeden, haberiniz olmadan yaşanan olaylar olsaydı; sizi uyarmakla bunları değiştirmenizi, düzeltmenizi, özür dilemenizi bekleyebilirdik. Fakat tam tersine, sizlerin bilerek ve bizlerden gizlilikle yaptığınız bu şeyleri, bizler gibi  habersiz olan birçoklarının duyması için yazıyoruz. Ebedi hayata değil ama ölüme götüren bu işlere sahip bir organizasyona sadık kalmakta direnenlerin de “bilmiyordum” dememeleri için bu mektubu yazdık.

Bizlere ayırdığınız zaman için teşekkür ederiz.

 

Benim ait olduğum cemaat hiç gidemediğim Murrhardt Alman cemaati. Aslında ise kolaylıkla gidebildiğim ve anlayabildiğim cemaat Neckarsulm-Türk’tü. Anlayamadığım nedenlerden ötürü beni adeta zorla oraya ittiler. (Dolaylı bir şekilde duyduğum neden ise; toplantılara gitmekle ben kocama haber götürüp casusluk görevi yapıyormuşum!!! Orada gizli ne yapılıyor?  Ayrıca bunu benim kocam duymakla ne gibi bir tehlike doğar hâlâ çözemedik !!!)

N. Kiper                                         I. Kiper                                   B. Penack

 

2. Mektup

 

An

Wachtturm Gesellschaft                                                                                            

Am Steinfels

65618 Selters /Taunus

19. Ocak 2005

Kule Yayınları Teşkilatına

Bu mektubu 10 Ekim 2003 tarihinde yazdığım mektuba dikkati çekmek için tekrar yazıyorum. Yazdığımız şeylere karşı sizlerden bir cevap geleceğini zaten beklemiyorduk.

Zamanla da daha iyi anlıyoruz ki, organizasyonlar bizleri hayata değil, tam tersine ölüme götürecek özelliklere sahipler. Allah insanların daima kendi kendilerine özgürce verdiği kararlarla Kendisine kulluk etmemizi istemiştir. (Galatyalılar 5:1)   Fakat Allah hiçbir zaman sizlerin planladığı, amaçladığı ve de uyguladığı gibi köleci bir yaklaşımla, bütün insanlık adına düşünen, konuşan ve kararlar veren bir organizasyonu istememiştir ve bu O’nun prensiplerine de aykırıdır. (Luka 12:57)    Sizlerin uyguladığı bu sistem ancak bu dünyadan aldığınız bir örnektir. Sizler bile kendinizi bu dünyanın ordularıyla, askeri düzenleriyle kıyaslamıyor musunuz? Hem de o tertip ve düzenin Şeytani sistemin bir parçası olduğunu söylediğiniz halde! Benim, ya da bizim günahlarımız zaten göklere çıkacak kadar büyükken, bir de sizlerinkini nasıl ve neden üstlenelim?!

Geçmişteki kendi dinimi bırakmam, sizlerde gördüğüm, katlandığım şeylere kıyasla çok daha hafif ve de önemsiz sayılacak nedenlerden ötürüydü. Onların günahları belki sizlerinkine nazaran daha büyük ve kötü gibi tarihe geçmişse de (nedeni, onlar asırlardır mevcut oldukları gibi, üyelerinin sayıları da sizlerle kıyas edilemeyecek kadar da çoktur), ben onları sizlerde yaptığım gibi araştırıp, kesin bilgiler edininceye kadar da içlerinde bulunmamıştım. Bununla sizlere gösterdiğimiz sabır, anlayış ve hoşgörüyü o dine göstermediğimizi vurgulamak istiyorum. Bu sözlerle de kendimizi kimsenin üzerine yükseltmek amacında değiliz. Ancak biraz önce de belirttiğimiz gibi, başkalarının akılsızca ve planlı günahlarına da ortak olmak niyetinde olmadığımızı vurgulamak istiyoruz.

Bu yüzden de sizlerin organizasyonunun işleriyle hiçbir ilişkim olmasından yana değilim. Sizler gibi düşünüp, bir organizasyonun olması gerektiğine ve eskiden de Allah’ın daima bir organizasyonu olup Allah’ı temsil ettiğine ise hiç inanmıyorum. Ait olunacak bir din olarak sizleri kesin kararla reddediyorum. Fakat bu sizlere ait olan insanları da yüreklerimizden kesip attığımız anlamına gelmemeli. Hiçbir insanın, derisinin rengine, diline, dinine, milliyetine bakarak ayırım yapmamayı Allah’tan öğrendik. Fakat hiçbir zaman Allah ile benim (ya da şahsen bizzat her insanın) arasında ille de aracıların olması gerektiğine ise Allah’a karşı utanç verici ve de büyük terbiyesizlik olarak niteliyoruz. (1.Timoteos 2.5)   Bütün bu nedenlerden ötürü, sizlere ait olduğumu gösteren ismimin her yerden çıkarılmasını önemle rica ediyorum! Lütfen bu dileğimi yerine getirdiğinize dair sizlerden kısaca onaylayıcı bir mektup istememi de çok görmeyin.

Samimi selamlarımızla.

Not: Konunun içeriğini hemen anlayabilmeniz için, ilişikte 10 Ekim 2003 tarihinde yolladığım mektubu da birlikte yolluyorum.

N.Kiper                             İ.Kiper                           B.Penack

 

 

3. ve Son Mektup

An 

Wachtturm Gesellschaft

Am Steinfels

65618 Selters /Taunus

14 Temmuz 2005

Kule Yayınları Teşkilatına

Bununla sizlere son mektubumuzu yollamak istiyoruz. Özellikle rica edip iki defa mektup yollamamıza ve kısa ve basit bir cevap, ya da artık sizlere, sizlerin organizasyonuna ait olmadığımı ve hiçbir organizasyon düşüncesini de desteklemediğimizi onaylamanızı yazılı olarak istememize rağmen bu güne kadar sizlerden ne bir reaksiyon, ne de bir ses bile duymadık. Bu konuda reaksiyon göstermeme nedeninizi anlamamız ise hiç de zor değil. Teşkilatı zaten kendiliğimizden bırakmış olmamız, sizlerin bizler üzerindeki tehdit ve öç alma şekli olan, cemiyetten atma durumu da tabiiki söz konusu olamıyor. Raymond Franz’ın kitabında da belirttiği gibi, ‘Organizasyonun hiçbir zaman tahammül gösteremediği şeylerden biri de kişinin kendi başına gitmesidir, dolayısıyla da teşkilatın o kişi üzerinde artık hiçbir hakka sahip olamamasıdır‘ düşüncesini tekrar ve tekrar kendi tecrübelerimizle de ancak onaylıyoruz.

Başından beri emin olduğumuz bir şey de, organizasyona yönelteceğimiz her türlü kritikle sizlerin öfkesini üzerimize çekeceğimizdi. Öbür taraftan da, bütün üyelerinize vermiş olduğunuz bu duygudan ötürü hiçbiri sizleri kritize etme cesaretini bile gösterememektedirler. Hâlbuki ellerinde Allah’ın sözü diye taşıdıkları Mukaddes Kitapla kapı kapı giderek vaaz eden insanlardan daha farklı bir davranış tarzı beklenmez miydi? Kritize edildiği zaman Allah’ın peygamberi ve aynı zamanda da o ülkenin yönetici kralı olan Davut nasıl davranmıştı?(2. Samuel 12:1-15)   Hiç kimse onun zamanında Davut gibi birini kritize edip de, bu yüzden de öfkesini üzerine çekeceğinden dolayı kendisini eleştirmekten korkar mıydı? Haksız bile olsa?! (2.Samuel 16:5-13) Kral olmasına rağmen onun kimseye bu duyguyu vermediği açıkça ortada. Organizasyonunuzu tanıyıp, içinde bulunduğumuz o kadar yıllar boyunca, hiçbir zaman Davut gibi bir benzeri tutuma sahip olduğunuza, kulaktan bile olsa duyarak şahit olmadık.

Sahip olduğumuz bilgi ve vicdana göre, organizasyonunuzun Mukaddes Kitaptan öğrendiğimiz Allah’ın standart ve moraline hiçbir yönden uymadığını da tekrar belirtmek istiyoruz. Bu yazdığımız mektuba artık bir cevap beklemediğimiz gibi, ancak son olarak almış olduğumuz kararı onayladığımızı duyuruyoruz.

N. Kiper                    I. Kiper              B. Penack

Baş Sayfa