MAHKEME TUTANAKLARI

Anasayfa Din MAFYALARI Kronoloji Sitemap

ANASAYFA

Din MAFYALARI (Kitap)

ÖNSÖZ

KRONOLOJİ

  BÜTÜN   DÜNYADAKİ KAVMLARA

İkinci Bir İspat

ORGANİZASYON ve  ALLAH

Belki Dinlerler

MAHKEME TUTANAKLARI

Organizasyona bir Mektup

AH ŞU ONLAR     YOKMU!

ALLAH BİZİ Mİ KULLANIYOR?

MUSEVİ    HIRISTİYAN MÜSLÜMAN

İnanan ve İnanmayanlarla Sohbet

NEDEN İKİYÜZLÜLÜK !

BİZ NEREYE GİDELİM?

Çok Önemli Bir Gün

 Sadakat

Suçunu İtiraf Edecek!

Gerçeklerden nefret ediyoruz

SİTEMAP

Yehova Şahitlerinin 1954 yılındaki Mahkeme Tutanakları

Şahitleri tanıdıktan sonra aklı başında olan biri bütün din ve mezheplerden uzak durmayı öğrenir. Çünkü dediğim gibi, birini iyi tanımak istiyorsan onun hakkında sadece dostundan değil düşmanından da dinleyeceksin ki, tarafsız bir bilgi edinebilesin. Şahitlerin Hıristiyan kiliseleri hakkında yazdıkları ne kadar doğruysa, onlara karşı gelen kiliselerin de Şahitler hakkında yazdıkları bir o kadar doğrudur. Herhangi bir olaya dışarıdan bakanın gözüyle, içerdeki taraflı bir gözün bakış açısı arasında çok fark vardır.  Hele bir de bütün bu dinlerin her birine tarafsız bakıldığında, insan hepsinde de aynı olan ortak bir ruhun varlığını muhakkak görüyor. Bunu yalnız Şahit, Protestan, Katolik, Müslüman, diye ayırarak yapmayalım. Aslında onlar bütün yeryüzünü doldurmuş olan bu ruhun bir parçasıdırlar. Bunun da Allah’ın ruhu olmadığı kesin. Bütün bunların hakkında bizleri böyle düşünmeye iten neden ise, geçmiş tarihlerden aldığımız dersler. Hiç bir dinin ya da mezhebin Allah’ın iradesine göre işlevini sürdürmediği, ya da sürdüremediğidir. Onlar ancak Allah’ın adına leke, utanç ve de sonunda nefret olmuşlardır. Allah’ın iradesini yapan tek tek şahıslar, bireyler he rzaman vardır. Ya da çok küçük gruplar; belli zamanlarda kısa bir zaman görünüp kaybolmuşlar. Ya ölmüşler, ya başlattıkları bu yoldan kendileri dönmüşler, ya da kandırılmışlardır. Mesela İsa’dan sonra üçüncü yüzyılda Hıristiyanlığın, devletin de kabul ettiği bir din olması gibi. Onlar bunu bir bereket gibi görürlerken, öbür yandan da farkında olmadan kendilerini o devletin hâkimiyetine satmışlar.

Allah’ın sözüdür diye inandığımız bütün Kutsal Yazılar, (Tevrat, Zebur, İncil, Kuran) hiç bir zaman kimseye, insana ya da insanların imanına hâkim olma hakkını vermemektedir. Resul Pavlus 2.Korintoslular 1:24`de açıkça:

“İmanınıza hâkim olduğumuzdan değil, sevinmeniz için birlikte çalışıyoruz.” der.

İnsanlık ise, daima amaçlarını yerine getirmek için, organize edilmiş olmanın yanında durmayı savunmuşlardır. İlk bakışta bu düşünce hem doğru hem de mantıklı gelebilir.

Eğer Allah organize olmaktan yana ise ki değildir; kim, hangi din veya mezhep Allah’tan daha iyi organize edebilir!? Eğitim, antlaşma gibi kavramları organizasyonlar ile birbirine karıştırmamak lazım. Bu konu hakkında az da olsa ayrıntılı bilgiyi hemen bundan sonraki 3.bölümde “Organizasyon ve Allah” adı altındaki konuda işlemeye çalışacağım. Muhakkak da dikkatle okumanızı tavsiye ederim.

Geçmişte Allah kendi kavmim diye seçtiği İsrail halkını, hiçbir insanın yapamayacağı bir şekilde düzenlemişti. Bunun neticesinde ne oldu? Koskoca Mukaddes Kitap tarihine baktığımızda, İsrail’in daima Allah’a olan sadakatsiz ve birçok utanç verici, insanlık dışı olan olayların yaşandığını okuyoruz. Sonunda ise o insanlar Allah’ın ruhi anlamda oğlu olan İsa Mesih’i öldürdüler! (Buradaki bu oğul meselesini ne şimdiye kadarki Hıristiyan kiliselerindeki çılgınlıkla, ne de Müslümanların bilgisiz ve anlayışsızlığındaki saçmalığıyla anlayalım. Anlayışımız sadece Mukaddes Kitap ve Kuranın ışığındaki bir şekilde, eklemeden ve de çıkarmadan olsun!)

İsrail’in böyle kötü ve imansız davranışları, Allah’ın onlara yanlış bir eğitim verdiği anlamına gelmez. Bütün bu olayların ışığı altında Allah tüm milletlere, dillere ve kavmlara, kısacası bütün insanlığın muhakkak anlaması gereken bir mesaj veriyor.

Sevgi hariç, hangi kanunu, hangi baskıyı, hangi gücü kullanırsak kullanalım, bunlardan hiçbiri bizi Allah’a yaklaştırmaz ve bize O’nu sevdirtmez. (Galatyalılar 3:10-14) Bunların içinde İsrail ulusu sadece bir örnekti. Biz, bütün milletler ve insanlık, kutsal yazılarda geçen o İsraillilerden de daha iyi değiliz.

Galatyalılar 3:23-25 de şöyle yazar:

İman gelmeden önce Yasa (şeriat) altında hapsedilmiştik, gelecek iman açıklanıncaya dek Yasanın tutuklusuyduk. Yani imanla aklanalım diye Mesih’in gelişine dek Yasa eğitmenimiz oldu. Ama iman gelmiş olduğundan, artık (hiçbir) yasanın (ya da eğiticinin) denetiminde değiliz.

Eğer böyle olmasaydı Allah şeriatı kaldırmazdı. Burada yine küçük bir açıklama yapmak zorundayız. Müslümanlık ve Kuran Şeriatın tekrar gelişi diye gösterilmektedir. Aslında Kuranda başından sonuna kadar şeriata dönüş diye bir şey bulamazsınız. Kadınların giyimleri olsun, satarken satın alırken, ya da herhangi bir nedenle yazılı anlaşma yapılması durumunda, eğer uygun ise bütün Müslümanların en az bir kere hayatlarında Mekke’yi ziyaret etmeleri, oruç tutmak, yalan söylememek, çalmamak vs. gibi benzeri şeyler İncil“de de yazar. Mesela kadınların iffetli giyinmeleri, en az iki ya da üç Şahit olmadan kişinin sözünün geçersiz olacağı, toplantılarınızı terk etmeyin, kan yememek, İsa (benzetmede güvey diye geçer) aralarından alındıktan sonra kendisini sevenlerin oruç tutacakları” gibi sözler apaçık İncil’de de yazar. Bunlar hiçbir zaman Musa vasıtasıyla Allah’ın vermiş olduğu şeriat kanunlarıyla kıyaslanamaz. O kanunların amacı, insanlığı ve İsrail’i, gelecek olan Mesih’e hazırlamaktı. Onlar Allah’ın adaletini, merhametini, gücünü gösteren kanunlardı. Müslümanların adetleri, uydurma gelenekleri; örneğin erkeklerin sünnet olmaları, ibadet şekilleri, anlamsız birçok kuralları, Hıristiyanların da yaptığı gibi dini bayramları, Kuranda yazılı Allah’ın emri değildir. Birçok uygulamaları, ya Yahudilerin de etkisiyle Tevrat tan esinlenmedir, ya da insanların emirleri ve onların adetleridir.

Şimdi gelelim yine asıl konumuza. Yani dinlere, organize edilmiş o dinlere. Bütün bunlar böyleyken, o dinler ise hâlâ bağırarak derler ki: „Toplantılarınızı terk etmeyin“ diye yazmıyor mu? Cemaatlerde Resullerin zamanında da ihtiyarlık hizmeti yok muydu? Allah’ın organizasyonu yeryüzünde hep mevcuttu. Hem İsa demedi mi: ‘Benim adımla ne zaman iki kişi bir araya gelirse ben onların arsasında üçüncüyüm’ diye?”

Bu ve buna benzer kutsal yazılardan aldıkları sözlerle, üyeleri üzerlerinde kendilerini ya Musa’ya, ya da başkâhin Harun’a, bazen İsa Mesih’e, hatta sinsice sanki kendilerini Allah’ın bir yansıması olarak gösterirler. Binlerce kişinin önünde, Allah’ın sözcüsü olduklarını ve bu görevin sadece onlara verildiğini yüzleri bile kızarmadan, hem de resmen söylerler! Maalesef o üyeler de bu sözler üzerine onları alkış yağmuruna tutarlar!

Ben yine bu dinlerden ve mezheplerden en meşhur bir tanesini örnek vermek istiyorum. Son yüzyılda kendilerinin nasıl geliştikleri hakkında. Binlerce dinlerin, mezheplerin içinden bu sadece bir örnek.

Eski ismiyle “Tarassut Kulesi Teşkilatı”, şimdiki yeni Türkçe ismiyle “Gözcü Kulesi Teşkilatı” olup, Yehova Şahitleri diye bilinen bu dinin kurucusu Amerikalı Charles Taze Russel.

Böyle başladılar!

Russel’in o zamanki yazılarında açıkça görülen temel uyarılarından da anlaşılacağı gibi, dini bir organizasyona bağlılık hakkındaki kitabı İngilizce “Thy Kingdom Come” 1909 yılında çıkmıştır. Almanca tercümesi ise «Dein Königreich Komme» (Krallığın gelsin) adı altında 1914 de basılmış ve sayfa 177-179 da Yehova Şahitleri’nin kurucusu Russel orada aynen şöyle yazmış (Almanca’dan çevrildi):

Babil’in “Hıristiyan mezheplerinin” içinde birçok değişik kölelik dereceleri var. Bazıları tam şahsi kölelik ve karar vermeme esaretinden kurtulurken; öbür taraftan Romanizimin (eski Roma imparatorluğu rejimine bağlanan Hıristiyan dini) gerektirdiği bir biçimde, aynı dogmatik (değişmeyen temelleşmiş dini inançlar)  prensiplere benzeyen başka bir isim altındaki Protestan mezheplerine bağlanıp, başkalarını da istekle aynı inanca bağlamaya uğraşırlar. Gerçeği kabul etmek gerekir ise, Protestan kilisesindeki bir mezhebe geçmek ile yaptığı değişiklikle, Roma ortaçağ kilisesinin ağır zincirlerini hafifletmiş oluyor. ... Fakat neden ille de insani zincirleri taşısın ki? Neden vicdanımızı köleleştirelim? Niçin Mesih’in bizleri kurtardığı özgürlükte durmayalım? Neden, insanların bizlerin vicdanlarını köleleştirmesine müsaade edip, araştırma hürriyetini bir kenara atalım? Bu kölelik işi sadece eski çağlarda değil, zamanımızda da; aydın, yenilikçi denilen kişiler tarafından denendiğini görüyoruz! Neden eski zamandaki resullerin inanç özgürlüğüne sahip olmaya karar vermiyoruz? Özgür olmak; hem anlayışta hem de merhamet ve sevgide büyümek için, “Allah’ın belirlediği zamanlarda” açıklayacağı şahane planından ötürü.

Kendini her organizasyona bağlayan, onun temel inancını benimsemek ve hiç bir şekilde, az ya da çok da olsa o inancın dışına çıkmamak olduğunu bilir.  Fakat daha sonra, köleliği istekle kabul ettikleri halde kendi kendilerine de düşünmeye başlayıp, başka kaynaklardan aldıkları ışıktan dolayı, edindikleri hakikatlerden ötürü, mezhepçilik zevkini bir kenara iterek,  ya ikiyüzlülük ve gizlilik ile kendini o yolda yürüyormuş gibi gösterecek, ya da samimiyetle inancı uğrunda duruş alacak. Bunu yapmak ise gayret ister, aynı zamanda da sahip olduğu rahat durum bozulur. Bu rahatını düşünmeyip bir kenara atan, samimiyetle hakikati arayan kişiye o din ya da mezhep, akılsızca suçlamalarla, sanki sahip olduğu mezhebe ihanet ediyormuş gibi onu “nereye gittiğini bilmeyen biri” olarak gösterirler vs... Çünkü kişi kendini bir mezhebe ait ederse, artık onun tamamıyla kendisine değil de o mezhebe ait olması beklenir. Bundan sonra o mezhep, o kişinin hakkında neyin yanlış neyin doğru olduğuna dair kararlar verir. Ve kendisi de bunun yanında o mezhebe güvenilir ve sadık bir üye olmalıdır. Bunu olabilmesi için de o mezhebin almış olduğu bütün kararları inanç olarak kabul etmesi gerekir. Ayrıca kendi düşüncesini görmezlikten gelmekle kalmayıp, araştırma da yapmamalıdır. Yoksa o kişi anlayışta büyüyüp o mezhepten ayrılarak, mezhep adına bir kayıp olur.

Bütün bu esaret bağlarını da bu mezhepler paslı bir zincir yerine, mücevher kolyesi olarak görüp,  bir madalya kimliği altında karakter kişiliği olarak algılarlar. Kendilerini kandırmakta o kadar ileri gittiler ki, birçok Allah’ın kullarını özgürlüklerinden ötürü, “kolay yol seçtiniz” gibi sözlerle suçlamakla o kişilerin içinde bir suçluluk duygusu yaratmaya çalışırlar. O kendini bu kölelikten kurtarmak isteyenler ise, maalesef sadece Allah’ın Mesih’ine ait olmayı utanç olarak gördüklerinden dolayı, ille de bir mezhebin inancı doğrultusundaki köleliğe ait olduklarını söylemeyi, daha doğru bulurlar.

Bundan dolayı bilgide yavaş yavaş ilerleyerek, dürüst ve hakikate susamış olan bu kişiler; vaftizci, methodist, presbiterian, adventist vs. vs. gibi bir mezhepten ya da dinden bir başkasına geçerek ilerlediklerini sanırlar. Fakat bu tecrübelerden sonra belki, bütün insani organizasyonlardan uzaklaşmak ile o kişi kendini, Mesih’in sağladığı özgürlükten faydalanarak, sadece bundan sonra Allah’a ve kutsallarına, yumuşak ama kuvvetli sevgi bağıyla bağlanarak görmek isteyecektir. Bilgi ve anlayışta büyüyerek, ilk yüzyıldaki resullerin zamanında olduğu gibi. 1.Kor.6:15 17. Efes. 4:15-16

Keşke o insanlar burada Russel’in dediği gibi yapsaydılar. Kaç kişi bu hikmeti, cesareti ve davranış tarzını gösteriyor? Yine yukarda belirttiğim gibi Russel Yehova Şahitlerinin kurucusu. Hayret verici yan ise, kuruculuğunu yaptığı bu teşkilat, yani Yehova’nın Şahitleri,  Russel’in o eleştirisini yaptığı din ve mezheplerden çok daha korkunç bir duruma dönmesi, hiç de uzun sürmüyor. Bunun böyle olup olmadığını hem Russel’in yazılarıyla hem de mahkeme tutanağından okuyarak göreceğiz. Aşağıdaki yazılarında yine Russel devam ediyor:

Eğer kişi bir dinin zincirlerine bağlı olmadan yaşıyorsa, genellikle emniyetsizlik hisseder. Bu duygu da yanlış bir düşünceden kaynaklanıyor. Bu düşünce de ilk defa Papa `dan çıktı ve insanların kurtulmaları ve Tanrının onayını kazanmaları için ille de bir insani organizasyonun üyesi olmaları gerektiğini vurguladı.

Resullerin zamanındaki kardeşler topluluğundan çok farklı olan, bu değişik, insani organize edilmiş gruplar, Hıristiyani insanlar tarafından genellikle cennet sigorta şirketi olarak kabul ediliyor. … Fakat dünyada hiç bir organizasyon cennete götürecek bileti veremez. Bir mezhebin ya da dinin üyesi olmak, kesinlikle sonsuz hayat alacağının garantisi olmadığını, o dinin en fanatik taraftarı bile kabul edecektir. Hakiki kilise (Allah’ın evi anlamında) üyeliğinin, yerde değil ama gökte yapıldığını da ister istemez herkes kabul etmeli. Bunlar ise Mesih’in bedeninin, yani hakiki kilisenin bir kısmı olabilmek için, bir dinin üyesi olmanın şart olduğunu iddia ederek halkı kandırıyorlar. Her ne kadar Rab, hiçbir zaman mezhep vasıtasıyla kendisine gelenlerin üyeliğini kimseden esirgememiş ve hiç bir zaman da samimiyetle hakikati arayanları reddetmemiş ise de, yine de bu gibi engellere danışmadan doğrudan doğruya “bana gelin” diye teşvik ediyor! “Bana gelin! Ve benim boyunduruğumu takının ve benim yükümü alın, çünkü benim boyunduruğum kolay ve yüküm hafiftir ve canlarınıza rahat bulacaksınız” diye bizi çağırıyor.

Keşke daha önce onun sesini dinleseydik, o zaman mezhepçiliğin birçok ağır yüklerinden, şüpheciliğin bataklığından, gururun ve dünyevi düşüncenin ayartılmalarından esirgenmiş, korunmuş olurduk.

“Russel’in o zamanki kullandığı bu sözler ne kadar samimiyet dolu, hikmetli ve hakikati içeriyor. Allah’ın sözlerinden edindiğimiz bilgiler doğrultusunda ben de aynı düşünceyi destekliyorum. Özgürlük, Tanrının insanlara verdiği özgürlüğü (bizler bunu hak etmesek de) bırakıp, kendimizi Allah adına insanlara köle ediyoruz. Fakat Gözcü Kulesi Teşkilatı, kendilerini böylesine Russel’in karşı geldiği bir şekilde organize edip de, bambaşka bir rotaya sapmaları, hiçte öyle uzun bir zamanı almıyor.

Hâlbuki bu teşkilatın kurucusu olan Russel başlangıçtan beri her türlü Organizasyonlara, Dinlere, Mezheplere karşı olmakla kalmayıp, başka bir deyişle «etiket sahibi olmaktan» bile nefret etmiş. Daha sonra, hem de çok kısa bir zaman içerisinde nasıl bir rota izlediklerini ise aşağıdaki yazılardan, 1954 yılında İngiltere’deki mahkeme tutanaklarından okuyoruz. Bunlarla ilgili yorum yapmak istemiyorum. Lütfen kendiniz okuyup, kendiniz karar vererek, ortaçağdaki Engizisyon Kilisesinin tutumları ile Gözcü Kulesi Teşkilatının arasındaki farkı bana söyleyin. Tek bir fark var, o da Şahitlerin o zamanki Engizisyon mahkemelerinin arkasındaki kilisenin gücüne sahip olamayışları. Bununla da onlardan ne daha iyi, ne de daha kötü durumdalar.

Yukarıda okuduğumuz bu düşünceler, eskiden sahip olunan görüşler ve açıklamalar idi. Peki bu kadar göze çarpan ve hâlâ günümüzde de aynı olan bu değişik tutum ve tam ters bir rotaya sapmak neden?” Diye yazıyor kitabında, önceleri Gözcü kulesi teşkilatının yönetim kurulu üyesi olan Raymond Franz.

Ve Böyle Oldular !

*Mahkeme tutanağı sadece İngilizce olarak mevcut. Bizler Raymond’un Almancaya tercüme edilmiş kitabından Türkçeye çevirmeye çalıştık. Ve devamen Raymond Franz diyor ki:

Ben kendim bu konuda kefil olarak, Gözcü Kulesi Teşkilatının kendisini Allah’ın yeryüzündeki kullandığı tek kanal olarak görmesinin çok ciddi bir iddia olduğunu vurgulamak istiyorum. Allah’ın yeryüzünde temsil ettiği tek kanal olmak. Belki de Gözcü Kulesi temsilcilerinin yaptıkları bu açıklamalar şimdiye kadarki en açık ifadeler. Bunun üzerine bütün insanlığın beklediği, kendilerinin mesajına cevap olan 1954 yılındaki bu dava İngiltere’de görüldü. Bu dava «Walsh davası» olarak tanınır. Yine bu dava, Yehova Şahitlerinin içinde olan bir ruhaninin, aynı kilisedeki ruhanilerin hakkına sahip olmak için İngiltere’ye karşı açmış olduğu bir davadır. Ben hatırladığım kadarıyla, bizzat amcamdan (sonradan ölümüne kadar Gözcü Kulesi Başkanı olan Fred Franz 22.Aralık.1992) bu davada nasıl bir rol oynadığını duymuştum. Fakat kısa bir zamana kadar; tam olarak konunun içeriğinin ne olduğunu, Şahitlerin mahkemedeki ifadelerinden, ancak tutanakları okuduğum zaman anladım.

Burada Şahitlerin ifadelerini Keeper of the records of Schotland’ın müsaadesiyle, resmi mahkeme tutanaklarından bazı bölümlerini yayınlayacağız.  Orada tutulan bu üç kişiden biri Fred Franz, o zaman Organizasyonda başkan yardımcısı idi. İlk olarak onun ifadesi ve sonra da onu takip eden bazı Şahitlerin ifadesi tutanaklarda, «S» soru anlamında  «C» de cevap anlamında kaleme alınmıştır. (Soruyu soran İngiltere Kraliyet Savcısı, cevabı verenler ise Gözcü Kulesi Teşkilatında bulunanlar)

S:Düzenli olarak basılan ve zaman zaman da piyasaya çıkarılan dinsel içerikli Broşür ve kitapların basım ve dağıtım işinde mi çalışıyorsunuz? C: Evet. S: Şunu da söyler misiniz: Bu dinsel yayınların, 15 günde bir çıkan yayınların amacı, içindeki öğretileri hakkında konuşmak mı? C: Evet. S:Bu yayınlardaki öğretiler cemiyetiniz içinde bir ölçümüdür? C: Evet. S: Bu ölçüleri kabul etmek serbest mi; yoksa her bu cemiyetin üyesi olup ve de kalmak isteyen bunu kabul etmekle yükümlü müdürler? C: Yükümlüdürler.

Gözcü Kulesi Teşkilatının başkan yardımcısı olan Fred Franz’ın bu ifadesiyle açıkça, ileride her bir Yehova’nın Şahidi olup ve kalmak isteyenin, Gözcü Kulesi Teşkilatının bütün yayınlarındaki açıklamaları, hiçbir alternatifi ve seçme özgürlüğü olmadan kabul etmek zorundadır diyor. Bu bir “yükümlülüktür”. Bunun akıbetini de sonraki ifadelerden göreceğiz:

S: Yani pratikte amaç yeni bir insanlık cemiyeti meydana getirmek öyle mi? C: Evet. Yeni bir gökler altında yeni bir dünya cemiyeti olacak, çünkü önceki gök ve önceki yer Armagedon savaşında yok edilecektir. S: O zaman gelelim yenidünya halkına. Orada sadece Yehova’nın Şahitleri mi olacak? C: Başlangıçta sadece Yehova’nın Şahitleri olacak. Arta kalan seçilmiş olanlar* (göklerde yaşayacak ve şimdi sadece Yehova’nın Şahitlerinden oluşan 144bin kişi) kısa bir zaman yeryüzünde olacaklar, çünkü onlar yeryüzündeki görevlerinde ölüme kadar sadık kalmak zorundadırlar. Fakat başka koyunlardan* oluşanlar da (yeryüzünde yaşayacak olanlar) , eğer daima Allah’ın iradesine itaat ederler ise, ebediyen yeryüzünde yaşayabileceklerdir. 

Bu durumu kabul etmek ölüm ve kalım demek anlamına geliyor. Çünkü Armagedon savaşında hayatta kalacak olanlar “sadece Yehova’nın Şahitleri olacağına” göre! Peki, eğer cemiyetin bir üyesi, teşkilatın belli bir öğretisini vicdanından ötürü kabullenemezse ve onların bu öğretilerini mukaddes yazılardan da tasdik edici bir ispat olarak bulamazsa, bu neden yüzünden o kişinin cemiyetten ilişkisi kesilir mi? Peki cemiyetten ilişkisi kesilmiş olanların ve bir daha alınmayı kabul etmeyenlerin durumu nedir? Bu duruş açısı Şahitlerin ifadelerinde aynen şöyle açıklanıyor:

S: Eğer durum bu şekilde gelişirse, gerçekten de bu disiplin cezası mı uygulanır (yani aranızdan atma)? C: Evet. S: Size bu konuyla ilgili daha çok soru sormayacağım, fakat sizlerin kendinizi haklı olarak görmekle ilişkiden kestiğiniz ve geri almak için bir daha kendisini hiç kabul etmeyeceğiniz kadar ağır gözüken ümitsiz durumlar var mı? C: Evet. Aslında böyle bir ilişki kesimi, söz konusu şahsı cemiyetin dışında kalmakla helake götürür; eğer kişi hiçbir zaman tövbe etmez ve kendi yolunu düzeltmezse. Onun için artık yenidünyada yaşam ümidi yoktur. İlişki kesimine neden olan birtakım günah zincirleri vardır ki, bunlardan biri de hiçbir zaman geriye alınamayacak kadar günah olan Mukaddes Ruha küfretmektir.

Britanya Kraliyet Savcısı daha sonra dikkati belirli öğretilere, Gözcü Kulesi Teşkilatının sonradan değiştirip de bıraktığı öğretilere çeker. Bunlardan bazıları açıkça görülebilen tarihi öğretilerle ilgili olanlarıdır. Eğer kişi o zamanki yaygın olan bu öğretideki hatayı anlayıpta,  kabul etmediyse ne olacak? Organizasyon bu durumda olan kişilere nasıl bir duruş alacaktır? Açıklama olarak Şahitlerin ifadesi:

S: Pastör Russel’in 1874 yılını belirlediği doğru mu? C: Hayır. S: Fakat O bu zamanın 1914 den önce olacağını kabul ettiği doğru ama? C: Evet. S: Hangi zamanı koyuyor? C: Milletlerin zamanının 1914 de dolacağını söyledi. S: Başka herhangi bir zaman yerine kendisi 1874’ü kararlaştırılmış bir zaman olarak görmedi mi? C: Genelde 1874 İsa’nın ruhta ikinci gelişi olarak anlaşılıyordu. S: Genel olarak anlaşılıyor muydu dediniz? C: Bu doğru. S: Ve bu da hakikat olarak ilan edildi, bütün Yehova’nın Şahitleri de bunu kabul etme mecburiyetindeydiler. C: Evet. S: Şimdi ise bu kabul edilmemekte öyle değil mi? C: Hayır. S: Pastör Russel bu sonuca vardığında, temel olarak Daniel kitabını ele alarak o şekilde yorumladı, öyle değil mi? C: Kısmen. S: Ve özellikle Daniel Bap 7 ayet 7 ve Daniel bap 12 ayet 12. C: Daniel 7:7 ve 12:12 mi? ne demiştiniz, hangi temel üzerine bina etmişti?  S:Kendisinin belirlediği 1874 zamanı, İsa Mesih’in ikinci gelişine işaret eden tarihti. C: Hayır. S: Siz o tarihi ne olarak koyduğunu söylemiştiniz? Ben bunları sizlerin söylediklerinizden aldım. O zaman ben sizi yanlış anlamış olmalıyım. C: O bu ayetleri 1874’e bağlamadı. S: O bu ayetleri 539 yılındaki doğu krallığının plana girmesine göre mi anladı? C: Evet. 539 O’nun hesaplarken kullandığı bir tarihti. Ama 1874 bu anlayış üzerine bina edilmemişti. S: Fakat bu hesaplamalar artık Cemiyetin idare meclisi tarafından kabul edilmiyor, değil mi? C: Bu doğru. S: O zaman ben demek ki haklıyım, benim uğraşım cemiyetin tutumunu ortaya çıkartmak. Yani bu hatalı hesaplamaları kabul etmek Şahitlerin borcu ve de göreviydi? C: Evet. S: Cemiyet kabul etmelidir ki belki birkaç yıl sonra, şimdi hakikat diye ilan ettiklerini o zaman “yanlıştı” diye kabul edecekler? C: O zaman mecbur bekleyeceğiz. S: Bu aradaki zamanda bütün Yehova’nın Şahitleri yanlışlığın peşinden gitmiş olacak? C: Onlar kitaplarda yazılan, fakat bizlerin yanlış olarak anladığı şeyin peşinden gitmiş olacaklar. S: Olabilir, hata.

Yine çıkan yayınlar hakkında Gözcü Kulesi Teşkilatının otoritesinin ne kadar büyük olduğu soruluyor. Hâlbuki teşkilatın başkan yardımcısının bir yerde dediği gibi, “bu öğretiler kişiye mecburiyet altında kabul ettirilmez” ifadesine tekrar sarılarak görüleceği gibi sorgulama şöyle devam ediyor:

C: Ordiniert (tertipli, teşekküllü) bir hizmetkâr olmak için, o kişinin muhakkak bu kitaplar hakkında anlayışa sahip olması gerekir. S: Ama vaftiz vasıtasıyla kişi tertipli hizmetkâr durumuna erişmiş olmuyor mu? C: Evet S: O halde kişi vaftizde bu kitapları bilmesi gerekiyor. C: Kişi kitaplardan anlatılan Allah’ın amacını anlamak zorunda. S: Bu kitaplardan anlatılanlar ise Mukaddes Kitap yorumu?(teşkilatın yayınları kastediliyor) C: Onlar Mukaddes Kitabı ya da onun içinden yapılan ifadelerin yorumunu sunuyorlar, kişiler ise önce yorumu sonra da ayetleri okuyarak, bu yorumların Mukaddes Yazılardaki ayetlere dayandığını görürler. Resuller derki: “Her şeyi araştırın, doğru olana sarılın”.  S: Ben sizin durumunuzdan şunu anladım.- Eğer yanlışlık yaparsam Lütfen beni düzeltin- Yehova Şahidinin bir üyesi, benim onlara gösterdiğim kitaplarda yazılı olan ne varsa, bir yerde Mukaddes Kitap gibi ve hakiki yorum olarak kabul etmek zorundadır. C: Ama O bunu mecburiyet altında yapmaz; kişiye Hıristiyan olarak kutsal yazılardan araştırma hakkı verilir, ta ki sahip olduğu bilgilerin ispatını Mukaddes Kitaptan görsün.  S: Peki ya o kişi Kutsal yazılarda yazılanı, verilen öğretide görmezse, ya da tam tersi, o zaman o ne yapacak? C: Çıkan yayınlar ayetlerdeki ifadeleri desteklesin diye çıkıyor ve onun içinde oralarda sunuluyor. S: Bir kişi Mukaddes Yazılarla çıkan yayınlar arasında bir fark olduğunu görürse ne yapmalı? C: Sizin bana bunun böyle olduğunu gösterebilecek birini getirmeniz gerekli, ancak o zaman ben bu soruyu cevaplayabilirim ya da o kişi bunu yapar. S: Bununla siz tek tek her üyelerinizin hakları olduğunu mu söylüyorsunuz, yayınları ve Mukaddes Kitabı okuduktan sonra kendi kendine bir düşünceye sahip olup, hangi yorumun Mukaddes Kitaba daha uygun olduğu konusunda? C: O gelecek--- S: Evet mi hayır mı diyorsunuz, nedenini de açıklar mısınız? C: Hayır. Bunun nedenini de söylemeli miyim? S: Evet, eğer istiyorsanız. C: Ayetler anlatılanları desteklemek amacıyla veriliyor. Eğer bir kişi ayetleri açıp da bakarsa, söylenilenlerle verilen malzeme arasındaki açıklamanın desteklendiğini görecektir, bundan sonra malzeme hakkında ayetlere uygun bir görüş açısına, ayetlere uygun bir anlayışa sahip olacaktır. Aynen Resullerin işleri Bap 17 ayet 11 orada şöyle der: Bunlar (Verialılar) Selanik’tekilerden daha anlayışlı idiler ve bütün bu şeyler böyle midir diye her gün kitapları araştırarak sözü bütün yürekten kabul ettiler. Biz de o Verialılar gibi üstün özellik yolunda yürümeleri için talimatlar veriyoruz, bu şeyler böyle midir, ayetleri araştırsınlar diye. S: Bununla bir Şahidin aslında ister Gözcü Kulesi yayınlarında ister Uyanın mecmualarında yazılanı kabul etmekten başka bir alternatifi yok demektir. Bütün bunları bir ölçü olarak kabul edip takip de etmeli? C: Mecbur kabul etmelidir. S: Sizin yayınlarınızın ulaşamadıkları yerlerde oturan insanlar için kurtuluş ümidi var mı, eğer onlar sadece Mukaddes Kitabı okuyorlarsa? C: Mukaddes Kitabı okuyor ya. S: Mukaddes Kitabın doğru yorumunu yapabilir mi? C: Hayır S: Birbirimize karşı ayetler kullanmamızı istemiyorum, ama İsa demedi mi : “Kim bana iman ederse yaşar” diye? (Yuhanna 11:25)  C: Evet

Bu şahidin ifadesi şu anlama geliyor: İnsanların 20. yüzyılda Mukaddes Kitap anlayışına varmaları için, Allah’ın kanalı olan, sadece Gözcü Kulesi Teşkilatının yayınları, iyi haber ve yoldur. Onların yayınlarının içeriğini kabul etmeyenler Allah’ın rızasını kaybeder, hatta ölüme bile mahkûm olur. Bu sadece bir Şahidin, yani Fred Franz, Yehova Şahitlerinin Başkan Yardımcısının ifadesi idi. İngiltere’ye ifadelerini vermeleri için, merkezin  iki temsilcisi daha geldi. Acaba onların ifadeleri başkan yardımcısının ifadesini destekler mi? Gelecek Şahit Cemiyetin hukuk danışmanı, Hayden C. Covington. Şimdi onun ifadesindeki açıklamaları göreceğiz:

S: Dini konularda muhakkak hakikati konuşmak gerekli değil midir? C: Evet, muhakkak. S: Sizin görüşünüze göre, zaman zaman bir dinde Mukaddes Yazılardaki yorumlar hakkında değişiklik yapılmalımıdır? C: Evet, hem de birçok nedenler vardır, gördüğümüz gibi Mukaddes Yazılar hakkındaki yorumlarda. Bizim görüş açımız gittikçe netleşmekte, çünkü bunu zamanla peygamberliklerin gerçekleşmesiyle görüyoruz. S: Fakat Siz – söyleyeceğim söz için özür dilerim –   yanlış peygamberlikte bulundunuz? C: Biz mi, ben yanlış peygamberlik ilan ettiğimize inanmıyorum; bazı açıklamalar vardı onlar hatalıydı, daha doğrusu vakitsiz ve yersizdi demek daha doğru olur. S: Eğer Mesih’in ikinci gelişi söz konusuysa, bugünkü dünyamızda bu çok önemli bir peygamberlik, görüş açısı değil midir?  C: Öyledir, zaten bizim gayretle ilan ettiğimiz şeyde hakikate sahip olduğumuzdur. Bizim dayandığımız elimizdeki en iyi imkânı, sahip olduğumuz malzemede göstermek için, kusursuz bir bilgiye sahip olmayı bekleyemeyiz. Eğer bunu yaparsak o zaman hiç bir şey söyleyemeyiz. S: Gelin bu konu üzerinde daha ayrıntılıca duralım. Mesih’in 1874’de ikinci defa geleceği, Yehova Şahitlerinin inanarak yaydığı haber değil miydi? C: Bunun hakkında bilgim yok. Hakkında bilgim olmayan şeyler üzerinde konuşuyorsunuz. S: Bay Franz’ın ifadesini bilmiyor musunuz? C: Bay Franz’ın ifadesi üzerine haberim var, fakat anlattığı konular hakkında bilgi sahibi değilim. Kendisinin ne dediğini siz duydunuz. Onun için de bu konu hakkında sizin yerinizde gibi cevap veremem. S: Lütfen beni işin içine katmayın. C: Benim bildiğim kaynak ancak burada Mahkeme salonunda duyduğum şeylerdir. S: Siz onların hareketlerinin araştırmasını yaptınız. C: Evet ama hepsini değil. Ben ayetlerin açıklamaları ile ilgili olan 7 kitabı da, ayrıca şimdi söylediğiniz 1874’ü de okumadım. Bu konuda hiç ama hiç bir bilgiye sahip değilim. S: O zaman benden işiterek alın. Cemiyet tarafından 1874 yılı Mesih’in ikinci gelişi olacak diye ilan edildi. C: Öyle olduğunu farz edelim, o zaman bu da ancak bir sanıdır. S: İlan edilmiş yanlış bir peygamberlik. C: Yanlış bir duyuru, ya da hatalı yerine gelmeyen bir peygamberlik, yanlışlık ya da hata yapılmış. S: Bu da bütün Yehova Şahitleri tarafından kabul edilmeliydi? C: Evet, bizim birlik içinde olmamız gerektiğini anlayın; bozulmuş bir birliğe sahip olamayız, bir sürü insanların değişik yollara gitmesine müsaade edemeyiz. Askeri bir ordunun da aynı düzende hareket etmesi beklenir. S: Siz yoksa dünya çapındaki bir orduya verilen yetkiye mi inanıyorsunuz? C: Biz Allah’ın Hıristiyan ordusuna inanıyoruz. S: O halde dünya çapındaki orduların yetkisine mi inanıyorsunuz? C: Böyle bir şey ilan edemeyiz. Biz onlara karşı vaaz da etmiyoruz, biz sadece bu dünyanın askeri ordularını Şeytanın Organizasyonunun bir parçası olarak gördüğümüzden,  bizim onlarla hiçbir payımız yoktur. Biz savaşa karşı da vaaz etmiyoruz. Biz sadece kanuni hakkımızı talep ederek onlardan serbest olmak istiyoruz, hepsi bu kadar. S: Gelelim asıl noktaya. Yanlış peygamberliğin ilan edildiğine? C: Kabul ediyorum. S: O peygamberliği Yehova’nın Şahitleri kabullenmeliydi? C: Çok doğru. S: Eğer Şahitlerden bir üye kendi kendine bir sonuca varıp da, bu peygamberlik yanlıştır diye düşünür ve de söylerse, hemen ilişkisi doğal olarak kesiliyordu? C: Evet, bunu söyleyip huzursuzluk çıkarmaya da devam ederse. Eğer bütün bir organizasyon bir şeye inanırsa, yanlış bile olsa, ondan sonra da birinin çıkıp kendi düşüncelerini halkın içine getirmeye başlarsa, o zaman anlaşmazlıklar ve huzursuzluk başlar. Doğru kaynaktan gelmeli, organizasyon yönetiminden, yönetim kurulundan, yoksa aşağıdan yukarıya doğru değil. Yoksa herkesin böyle tahminleri olur ve organizasyon parçalara ayrılıp, binlerce değişik yollara gider. Bizim amacımız birlik içinde olmak. S: Birlik, ne pahasına olursa olsun mu? C: Birlik, her ne pahasına olursa olsun. Çünkü biz inanıyor ve de eminiz ki, Yehova Allah yönetim kurulu vasıtasıyla bizim organizasyonumuzu kullanıyor. Zaman zaman hatalar yapılsa da. S: Ve birlik, yanlış bir peygamberliği zorla kabul ettirerek? C: Bunu kabul ediyorum. S: Ve kişi, kendi görüşlerini savunduğu zaman, sizin yanlış dediğiniz, ilişkiden kesilen, ahde karşı mı gelmiş oluyor, vaftiz edilmiş olduğu halde? C: Bu doğru. S: Sizin dün söylediğiniz gibi ölüme layık oluyor? C: Ben inanıyorum.  S: Evet mi hayır mı dersiniz?  C: Ben ille de evet derim, hem de hiç çekinmeden. S: Siz kendinizi “din” diye mi niteliyorsunuz? C: Tabii ki öyle. S: Buna da Hıristiyanlık (İsa’yı takip etmek) mi diyorsunuz? C: Hem de muhakkak. S: Hep birlikte hatalarınızı da hesaba katacak olursak aslında tam bir çapraz ifadeyle görüş farklılıkları, belki de cemiyetin kuruluşundan beri yayınladığınız yazılar hakkındaki gösterdiğiniz ölçüler bunlar ve bununla demek istediğim, siz de onayladınız, farklılıkların olduğu. C:Evet S: Yine siz serbestçe ilave ederek, kişi, zaman hakkındaki peygamberlik görüşlerinizi kabul etmedi diye, cemiyetten ilişkisinin kesilmesini hesaba katmalı, bunun da o kişi adına belki de ruhi sıkıntılarla dolu akıbetler getireceği bilindiği halde. C: Evet, ben bunları söyledim ve de bunların böyle olduğunu bir kere daha anladım.

Yehova’nın Şahidi olan, cemiyetin temsilcisi bu şahsın ifadesine göre, bir Mesih’in takipçisinden beklenen, o kişinin Allah’ın sözünden görerek, inanıp, doğru olarak kabul ettiği şey ne olursa olsun birlik bozulmasın diye onu yanlış olarak kabul etmeli. Organizasyonun öğretisi ölçülerinin dışına çıkmadıkça, Mukaddes Kitaptan okuduğu ne olursa olsun, hiç dikkate alınmadan, o bunu hiç konuşup açıklamamalı. Onun için belki de Allah’ın sözünden okuduğu şeyler apaçık ve net görülebilirken, fakat bu yeterli değil. Bir değişikliğin olması için o kişinin bunu doğru kaynak olan organizasyonun yönetiminden,  yönetim kurulundan gelmesini beklemeli. Yani aşağıdan yukarı doğru değil de bu iş yukarıdan aşağıya doğru olmalı. Yine kişinin Mukaddes Kitaptan okuduğu ne olursa olsun, anlayışın doğru kaynaktan, Yönetim Kurulundan gelmesini bekleyerek, onların kendisine söyledikleri, müsaade ettikleri şekilde inanılmalı ve de açıklamalı. Ve böyle bir olağanüstü beklentinin de savunmasını yaparak. Ne pahasına olursa olsun mecburi birlik olmalı. “Zorla, yanlış bir peygamberliğin temeline dayanan öğretileri kabul etmek” de olsa. Bunu kabul etmemek demek, cemiyetten ilişkisinin kesilmesi, bu da “ölüme layık olmak” demektir. Pratik olarak bu: «Bir kişi Rabbin yazdırdığı sözlerden okuyabilir, ama o kişi yine de bunları kabul edip yazılana göre davranamaz; eğer sözüm ona Rabbin Kölesi olan (teşkilat) başka şey söylerse!»

Organizasyonun aldığı duruş burada çok basit ve kolay bir şekilde anlaşılıyor. İfade vermek için Üçüncü bir Yehova’nın Şahidi geliyor. Merkez büronun temsilcisi olan bu şahıs, ifadesinde “kasadan sorumlu sekreter”  Grant Suiter, aynı zamanda teşkilattaki görevle ilgili olan ifade ve açıklamalarını da okuyacağız:

S: Cemiyette görev alacak hizmetkâr nasıl bir durumda olmalı? C: Onunla önceden konuşulduğu gibi, kendisinden beklenilen talepleri yerine getirmiş olması gerekir. Kendisi olgun, kafalı ve ruhi anlayışa da sahip olmalı. Aynı zamanda belirtilen Teokratik Hizmet Okuluna da gitmiş olmalı. Tarla hizmetinde (kapı kapı vaaz etme işinde) önderlik yapabilmeli, öğretmeye ehliyetli olmalı, Mukaddes Yazıların belirttiği başka ehliyetleri de olmalı. Biliyor musunuz, bir insan Kutsal Yazıların belirtmediği hiç bir şey hakkında, o konuda ehli olabilir diye kural koyamaz. S: Genelde böyle söylenir. Fakat pratikte gerçeğe geldiğimiz zaman... onun ( sizlerin kurduğu) teokratik hizmet okuluna gitmesi gerekli, öyle değil mi? C: Evet. S: Orada da bir kütüphane bulur? C: Evet. S: Ondan cemiyetin çıkartmış olduğu öğretileriyle ilgili konuları bilmesi istenmez mi? C: Çok doğru. S: Yehova Şahitlerinin görüşüne göre, Cemiyetin yayınları olmadan bu kişi Mukaddes Yazıları anlayabilir mi? C: Hayır. S: O sadece yayınlar vasıtasıyla mı doğru bir anlayışa sahip olabilir? C: Evet. S: Bu bir ölçü değil mi? C: Hayır. S: İfadeleri işittiniz. Esasen 1874 yılı hakkındaki anlayışın yanlış olduğunun farkına varıp ve 1925’inde yanlış bir zaman noktası olduğu doğru mu? Bu iki nokta da: Hakikat diye bütün Yehova’nın Şahitlerinin önüne konulup kabul ettirildi, hem de kayıtsız şartsız bir şekilde. C: Bu doğru. S: Siz, yanlış olan şeyin kabul edilmesi gerektiğini mi onaylıyorsunuz? C: Hayır, tam olarak değil. Bu noktaların yanlış olması bizlerin hataları yüzündendi, ama önemli olan genel olarak neyin ortaya çıktığıdır. Yehova Şahitlerinin bunca yıldır hizmetlerinde, kuruluşlarından bu yana, Pennsylvania Corporation devamlı olarak insanlara yaklaşıp yüreklerine Allah’ın amacını ve sözünü ve O’nun temel adaletini verdiler. Bu da onlara ruhi bir kuvvet oldu. Bilgileri doğrultusunda duruş alıp, Yehova’nın ismini üstün tutup, O’nun krallığını ilan ettiler. Yıllar boyu bu amaç Yehova’nın Şahitleri tarafından öbür insanların kafasına sokulmaya çalışıldı. İnsan ana konunun anlamı olan Yehova Allah’a olan tapınmayı, basit bir şekilde yan konulardaki düzeltilmiş hatalı noktalara bakarak kıyaslayamaz.

Kasa-Sekreterinin ısrarlı iddiasına göre “bir insan Kutsal Yazıların belirtmediği hiç bir şey hakkında, o konuda ehliyetlidir (yetki sahibidir) diye kural koyamaz” derken ve yine de kendisinden önceki o iki temsilcinin ifadesinde olduğu gibi, herkesin sadece ve sadece Gözcü Kulesi Teşkilatının yayınları vasıtası ile ancak Mukaddes Yazılar hakkında doğru bir bilgi edinebileceğini söylüyor. Yanlış peygamberlikler çıkardıkları halde, her bir Yehova’nın Şahidine o zaman, «bu kayıtsız şartsız hakikattir» diye yüklenmişti. Ve bu yine ısrarla o zaman «doğrudur» diye anlatılmıştı. Kasa Sekreteri ise ileri sürerek: “genel olarak ortaya çıkan şeyin önemli olduğunu” savunuyor. Bu yüzden Organizasyon hakkında kötü hükümler vermemek gerektiğini söyleyip devamen, ilan edilen hataların “yan noktalar” olup, “asıl meselenin Yehova Allah’a tapınılmasının ilan edildiğini” vurguluyor. Asıl mesajla hataları aynı şekilde bir kabın içine koymayı haksızlık olarak nitelendiriyor. Kasa Sekreteri: “İnsan bunları basitçe bu şekilde kıyaslayamaz” diye de belirtiyor. Bu son talebinde öyle doğru bir yan var ki. Ama Suiter’in kendi ifadesi ve daha öbür iki kişinin ifadelerinde de gösterdiği gibi, organizasyon kendisine hükmedilirken adil bir biçimde müsamahakâr davranılması isterken, kendisi hiç müsamaha, ya da hoşgörü göstermeden, kişilerin kabul etmediği hükümleri verebiliyor. Anlaşılıyor ki kendilerine karşı hoşgörü gösterilmesini istiyorlar. Fakat kendi üyelerine öğrettikleri yanlış şeyler hakkında, hiç kimseden itiraz kabul etmedikleri gibi karşı gelerek, bunu yapanı da ölüme layıktır diye cemiyetin dışına atıyorlar. Bu da hiç bir fark gözetmeksizin yapılıyor. Kişinin ana konuyla ilgili mesajı ne kadar kabul edip etmediği, ya da kendini Yehova Allah’a ne kadar samimiyetle verip ya da vermediğine bakılmaksızın. Hayır, ama o kişi bütün mesajı olduğu gibi tümüyle, organizasyonun öğrettiği gibi, her şeyi, hatalarda içinde olmak şartıyla, bütün hepsini topuyla kabullenmeli. Başka bir seçenek ise dışarı atılmak! Organizasyon yayınladığı hataları önemsiz göstererek, o yayınlara ise yan şeyler olarak bakıyor. Fakat bu hatalar kabullenilmeyip itiraz gördüğü zaman ise korkunç büyük önem taşıyorlar. O kadar büyük bir önem ki, kişinin atılmayı garantilemesi kadar. Hataları olduğu gibi kabul etmeyen bu kişilere Allah kim olursa olsun çok öfkeyle bakıyormuş. İsmini taşıyan Allah’ın elçisine karşı, birde o kişi ısrarla: “İnsan her şeyi araştırıp sadece iyi ve doğru olanı almalı, gerçek Allah’tan geldiği gibi” demesi ise hiç affedilmezmiş. Allah onu organizasyonun dışına çıkmakla, hayata layık görmüyormuş. Bütün bunlar inanılmaz gibi görünse de, ifade veren bu kişiler bu açıklamaları mantıklı buluyorlar.

Bunlar temel bir düşünce olan, Süleyman’ın Mesellerindeki şu ayetleri aklıma getiriyor:

İki türlü tartı taşı RABBE mekruhtur; ve hileli terazi iyi değildir. (Süleyman’ın Meselleri 20:23).

Aslında burada inanılması mümkün olmayan gibi gözüken şey şu ki;  Allah’ın sıradan, günlük ticari işlere dahi ne kadar ciddi bir gözle baktığıdır, (kim olursa olsun, namussuz olan birinin bilerek farklı tartılar kullanması, ister satarken ya da satın alırken olsun). Kaldı ki insanların ruhi ilgiye, alâkaya olan şeylerde kullandıkları ölçülere Allah ne kadar önem vermez. İnsanlar kendilerine karşı müsamaha, hoşgörü ölçüsü gösterilmesini talep ederken; başkalarına karşı da aynısını istemez mi? Allah’ın gerçek elçisi İsa Mesih, Matta 7:2 de şöyle söyledi:

Çünkü ne hükümle hükmederseniz, onunla hükmolunacaksınız; ölçtüğünüz ölçü ile de size ölçülecektir.

Sadece bu mahkemedeki ifadelerle değil, bilakis Gözcü Kulesi Teşkilatı devamlı olarak Yehova’nın Şahitlerinden ve herkesten, kendilerinin hatalarını göz ardı etmelerini, hoş görüyle bakmalarını talep ederek, bunları başka iyi olan yönleriyle örterek tartmalarını beklerler. Fakat bu ölçüleri hükümleri altında tuttukları kişilere göstermiyorlar. Bunlar hiç de o kadar önemli olmayan düşünceler de olsa, eğer Gözcü Kulesi Teşkilatının öğretisine uymuyorsa, bu insani bir hata, zamanla belki düzeltilecek bir şey olarak görülmeyip, tam tersine teşkilata göre: “İlişkisinin kesilmesi için bir temeldir”. Aslında genel bir görüntüyle o kişiler ayrı düşünce, ya da görüşte olsalar bile, Mesih’in takipçisinin özelliklerini göstermeleri nedense hiç göz önünde bulundurulmaz ve bütün bunlar sayılmaz. O, organizasyon ile aynı düşüncede olmalıdır. İsa Mesih ise sözleriyle açıkça böyle farklı ölçüler kullananlara iyi gözle bakmadığını gösteriyor. İngiltere’deki bu mahkemede sözü geçen konuların ağırlığında, bu üç ifade veren kişilerin sadece şahsi görüşlerini temsil ettiğine inanmamız için bir nedenin olmadığıdır. Hem de onlar bu mahkemedeki ifadelerinde, kendilerinin bir dini teşkilat olarak devlet tarafından kabul edilmelerini amaçladıkları halde. Belki de ifadeleri bu yüzden etkilenmişse de, yine de ölçü olarak üzerlerinde saltanat süren “Kanun Yapıcıları“, organizasyonun gerçek politikasını ortaya koydular. Geçmişteki ve gelecekteki vesikaları veya karneleri bunu gösteriyor. Benim kendimin de Yönetim Kurulunda yaptığım tecrübeler bunları ancak onaylar... Diyor RAYMOND FRANZ.

Bu sayfa,  yazarı Raymond Franz’ın; (Geçmişte Gözcü Kulesi Teşkilatının Yönetim kurulu üyesi)  “Auf der Suche nach der Christlichen Freiheit” (Almanca) kitabının yardımıyla yazılmıştır. Kendisine değerli tecrübeleri, samimiyeti ve uğraşları yüzünden buradan teşekkür etmek isterim. İlk kitabı “Der Gewissenskonflikt” (Almanca ismi) hemen hemen her kitapçıdan elde edilenebilir. İkinci kitabı “Auf der Suche nach der Christlichen Freiheit”, kitabını da buradan herkese tavsiye etmek istiyorum. Almanca olarak hem CD hem de kitap şeklinde almak isteyenler, yazılı olarak aşağıdaki adresten temin edebilirler. Ne yazık ki bu kitapların ve CD’lerin Türkçe basımları daha yok.

 

Herbert Raab, Lübecker Straße 40, 45145 Essen-Almanya                         12 Nisan 2004 Pazartesi

 

Baş Sayfa